20 Mart 2008 Perşembe

CİHAT AŞKIN VE İSTANBULİN ALBÜMÜ ÜZERİNE...



Türkiye’de çağdaş müzik alanında önemli bir yer tutan Cihat Aşkın, son yoğunçalarına; “İstanbulin” adını verdi. Ansiklopedik kaynaklarda İstanbulin; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Sultan Abdülaziz döneminde, yani 19.yüzyılın son yarısında ‘yenilikçi’ kesimin kullandığı bir tür ceket olarak, o yıllarda üst tabaka diye hitap edilen memur sınıfındaki erkekler tarafından kullanılırdı” diye açıklanıyor.
Cumhuriyet döneminde Devletçe yapılan incelemelerde bir yeni çağdaş müzik oluşması gerektiği ve bunun da Geleneksel Türk Halk Müziği’ne dayanması gerektiği vurgulanmıştır. Destek bu yönde verilmiştir. Son yıllarda ise “Türk Sanat Müziği”, “Klasik Türk Musikisi” tabirinin tercih edildiği, “Divan Müziği” ifadesinin ise türün mensupları arasında bir başka çaba gözlenmektedir: Geleneksel Türk Halk Müziği’ne yakınlaşma çabası... Bu çabaların yegâne sebebi; mensubu oldukları türün ihtiyaç duyduğu saygı ve sahiplenmeyi sağlamaktır. Gelişim için bilgi, tecrübe ve yeniliğe ihtiyaç duyan türe karşı en büyük tehdit ise; piyasadır. Eğitiminin verildiği İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı gibi kurumlara mensup ya da kurumlardan mezunların piyasada maddi kazanç amacıyla bayağılaşmaya çanak tutması büyük bir problemdir.

İşte böyle bir ortamda Cihat Aşkın’ın yaptığı müziği şu şekilde tanımlayabiliriz: “Bugüne dek Batı armonisi öğrenimi görüp Türk Müziği’ne uzak olarak yetişmiş besteciler eser verdiler. Son dönemde Türk Müziği öğrenimi görüp kopmamış, ayrıca çoksesli eserler de veren yeni bir kuşak ortaya çıkıyor. Aşkın bu bestecileri yönlendirmiş, ancak geç eser vermiş hocaları olarak görülebilir. İki kol arasındaki farklılık esasen; hangi türün ön planda olup diğerinin onu destekleyeceğidir. Yani ezgiler Türk Müziği’nden, teknik ise çoksesli müzikten…”

Görüşleri ile son dönemde birçok kişinin pek de hoşuna gitmeyecek damarlara basan Cihat Aşkın; 18 Ocak 2008 akşamı CRR Konser Salonu’ndaki konserinin başında “Divan Müziği” ile “Çağdaş Türk Müziği” arasındaki teksesli-çoksesli tartışmasını başka boyuta taşıyacak, iki müziği birleştirecek bir konser olacağını belirtti. Şu bir gerçektir ki; teksesli-çoksesli müzik tartışmalarını senelerce borazan gibi öttürüp nemalanan çevreler ya yaşlandı, ya da bu işin peşini bıraktı. Aşkın ise; günümüzde ulusal ve toplumsal yapıda körüklenen ayrımcılığa karşı bir sanatçı tepkisi koyuyor ve en güzelini yaparak “üretme”ye girişiyor. Aşkın’ın bu noktada gayesi; daha çok bir deneme olsa gerek. İki türde de diğer sanatçıların olmayacağı kadar bilgi, tecrübe ve beceriye sahip olan sanatçı; kendi düzenlemeleri ile bir tecrübe içerisine girişmekte ve tepki beklemektedir. En azından iki türün sanatçılarını aynı sahneye çıkmaya alıştırmaktır.

İstanbulin adlı kıyafetin sokaklarda görüldüğü yıllarda; Cihat Aşkın’ın deneyini Callisto Guatelli Paşa da yapmıştı. “Bu kambur çok iyi… Çok iyi…” diye anlattığı Dellâlzade İsmail Efendi’nin eserlerinden bazılarını Guatelli’nin armonize ettiğini Zâti Arca aktarıyor.

Aşkın’ın konser ile yoğunçalar kaydı arasındaki fark ise; aradaki doğaçlama, taksim ya da meyanlardı. Bilindiği üzere çoksesli yazım teknikli müzikte doğaçlama pek yer almaz. Aldığında ise belli kaideler içindedir. Divan Müziği’nde ise taksim; eserin uzun icrası esnasında hem icracının becerisini ortaya koymak, hem de böyle bir araçla ilgiyi sıcak tutmak için yapılır. İcracının ritmik biçimde tutulan tek karar sesinin üzerindeki doğaçlaması tamamen özgürdür. İcracı karar tonu değiştirebilir ve değiştirdiğinde, eşlik edenler anlayıp o tona geçerek ritmik yapı sürdürürler. Aşkın Ensemble (ya da Aşkın Topluluğu) içinde ilginç bir sehpa vardı: viyolonsel. Ünlü çellist Çağ Erçağ ile kemençe ustası İhsan Özgen’in kızı olan Yelda Özgen idi. Taksim esnasında ritmik eşlikte Özgen, karar tonu değiştiğini anladığında hemen değiştiriyor, Erçağ da ardından anlayıp ton değiştiriyordu. Çalgısında usta Erçağ’a karşı Özgen bilgisi ile daha erken hareket etmiş oluyordu.

Kimi dinleyiciler projenin Aşkın’ın kariyerinin hatırına salonu doldurduğunu ve uzun ömürlü olamayacağını söylerken, kimileri ise; Cihat Aşkın’dan beklemedikleri ilginçlikte bir icrayla karşılaştıklarını konuşuyordu. Aşkın’ın atışmaya girişip zekice oluşturduğu icranın elbette iki farklı düşünceye sahipleri de çektiği açıkça gözleniyordu. Topluluğa yazılan eşliklerin cılız kalan teksesli ve kolay biçimi, “karşı şan” gibi tekniklerin kullanılmaması yanında solistlerin yaptığı taksimlerin ne denli Aşkın’ın oluşturmak istediği müziğe yaklaştığı ise; zaman içinde anlaşılabilecektir. Diğer yandan Aşkın’ın Türk Kemanı ile konserlere çıkma hevesinin uzun süreli olmamasını dileriz. Bu kemanla ortaya çıkan ton, kulaklara yerleşen Cihat Aşkın tonuna pek de yakın değildir. Kendine has icrası ve yay çekişiyle Cihat Aşkın; günümüzde “Bu Toprağın Kemancısı” yakıştırmasını hak etmiş, öncü olmuş ve kendi tonunu oluşturmuş bir sanatçıdır.

İstanbulin’in yoğunçalardaki icrası; çok daha duru, anlaşılır, kulakların alışık olduğu bir biçimdedir. Proje, Aşkın’ın kariyerinde önemi nasıl bir yer tutar bilinmez, ama yıllardır altını çizdiğimiz bir konuda yardımcı olabilir. Böyle bir konserle, pop ve arabesk istilasında olan yöre festivallerine iki türün de davet edilmesi sağlanabilir.

Hiç yorum yok: