31 Mart 2008 Pazartesi

AŞK HİÇ BİTMEZ DERLER YANLIŞ...

Gülben Ergen şarkı seçimini gerçekten iyi yapıyor;) Son zamanlarda dilime dolanan şarkısı...




Aşk hiç bitmez derler yanlış

Seven gözden düşer mi düşmez derler yanlış
Kabullenmek zor oldu
Bir göründü
bir kayboldu
Var sın kaybolsun

Onsuz günler geçmez derler yanlış
Kader adam seçer mi seçmez derler yanlış
Kabullenmek zor oldu
İçim yandı kor oldu
Varsın kor olsun

Yaramazım döndün mü
Duramadın geldin mi yoksa
Bu garip halinle
Yoksa dünyan durdu mu yoksa

Kanadını açtın da
Uçamadın düştün mü yoksa
Bir özür borcun var
O büyük gün geldi mi yoksa

Sabrettim bekledim
Hiç sorun etmedim
Bunlar yıkmaz beni
Ben daha bitmedim aşkım
Bak dimdik ayaktayım
Hala hayattayım

ANADOLU HALK EZGİLERİNİN KLASİK GİTARLA ÇALINMASI seminerinden küçük anektodlar ; )

Tolgahan Çoğulu ‘ nun yönettiği “ Anadolu Halk ezgilerinin klasik gitarla çalınması” konulu seminerden öyle çok uzunca boylu olmayan küçük anektodlar : )

Doğrusu öyle gitar çalmaya pek ilgi duymadığım için bu konuda çok bilgi sahibi olduğumda söylenemez. En çok bir dinleyici olarak. Popüler kültürde sokaktan kime sorsanız tanıyacağına emin olacağınız isimler dışında (Erkin Koray, Kıraç gibi ) Erkan Oğur ve Dr.Safa Yeprem gibi bir iki isim sayabilirim en fazla gitarla ilgili olarak.

Yanılmıyorsam lise zamanlarımdı ve Safa Yeprem bir proğramda Flamenko üzerine konuşmuş ve güzel örnekler sunmuştu. Çaldıkları çok hoşuma gitmişti ama gerek sunucu gerekse onun ağzından o kadar çok Flamenko adını duymuştum ki nerdeyse anti pati duymaya başlıycaktım dinlediğim müziğe. İnsanlara yaptığı yeni bir şeyi ve de özellikle kendini bu şekilde kabul ettirmek gerçekten çok zor. Ama şimdi anlıyorum ki daha çok insana ulaşma ve bunu yayabilme hatta bu yolda çektiği sıkıntı ve başarılarının haklı takdirini alabilme duygusuydu o zamanlar sürekli duyduğum tekrarlar.Hele ki daha çok bir batı çalgısı olan gitarın türk müziğinde kullanılan ve de çok sevilen bir çok çalgı rakibi varkenJ

Öncelikle bu seminerden anladım ki zaten ülkemiz geçmişinde henüz yeni olan gitar üzerinde çokça çalışmalar yapılmasını bekliyor. Ayrıca gitarın komasız olması yani perdelerinden dolayı türk müziğindeki bemol diyez sesleri verememesi onun için bir eksiklik olarak nitelendirildi.Ki bende bu fikre katılıyorum. Sonra Lilly Afşhar ‘ ın bu sorunu gitarına gerektiğinde takılıp çıkartılabilen üç küçük parçayı yapıştırarak bu koma seslerini vermeye çalışarak aşmaya çalıştığını öğrendik. Bu arada kendinden haberdar olduktan sonra ona ait A Jug of Wine and Thou albümünü dinledim ve ben beğendim : )

Koma sorununa dönecek olursak Ricardo Moyano bu sorunu komalarda gitarı çalarken telleri birbirine doğru iterek o sesi bulmaya çalıştığını öğrendik. Ama en güzeli Erkan Oğur’ un kiydi bence .O bu soruna kökten bir çözüm bulmuş ve perdeli bir çalgı olan gitarın perdelerini çıkarmış. Ve istediği seslere kavuşmuş : )
Gitarda “ dem” sesini verebilmek için de Ricardo Moyano scordatura (
telli ve yaylı çalgılarda, tellerin normalden farklı seslere akortlanması) ile aşmaya çalışmış.

Anadolu halk ezgilerinin klasik gitarla çalınmasına gelecek olursak, gitarla dinlediğim halk ezgileri benim hoşuma gitti. Ayrıca bir halk ezgisinin gitarla uyumlu olması sürecinde tıpkı türk müziğinde olduğu gibi parçaya girmeden önce bir armoni yazıldığını ve bir tür serbest taksim yapıldığını hatta bazı sanatçıların aynı parçayı her çalışında başka bir girişle başladığını öğrendik. Seminer hocamız Tolgahan Çoğulu’ nun yorumuna göre bu giriş gitariste kendini özgür hissetmesi için verilmiş bir tür hak.
İlk klasik gitar eğitiminin ülkemizde 1977 yılında Mimar Sinan Üniversitesinde Klasik gitara yeni soluk katan besteci ve yorumculardan Carlo Domeniconi tarafından verilmeye başlandığını ve bu konuda yapılan çalışmalar, derlenen eserlerin ne kadar az olduğunu düşünürsek bu geçmişi henüz çok yeni olan klasik gitar için ona gönül vermiş insanların çook çalışması gerektiğini görüyoruz.

Seminerde Tolgahan hocanın paylaştığı Adnan Saygun’ a ait bir söze ise ben gönülden katılıyorum. “ Türkülerimiz kendi bünyesinden çıkan bir armoniyle çalınmalı “ Şimdi bu sözü karşı olarakta algılamak mümkün.Ama ben bunu daha çok insanlara zorla hep batıyı empoze etmek yerine insanların kendi kültürleriyle birleştirip vermek diye anlamak istiyorum.
Tabi bunu yaparken de fedakarlık hep türkülerden beklenmemeli.Yani etnik yapısı bozulmamalı. Gitar da o ezgi verilemez deyilip kolaya kaçılmamalı en iyisi için devamlı yollar aranmalı. Aksi halde kendi ezgisine sahip çıkan halk ya bu duruma tepki gösterecek ya da yapılan çalışmaları göz ardı edip gereken ilgiyi göstermeyerek bu çalışmalara cevap verecektir.

Doğrusu seminer saati biraz geç olduğu ve ara vermeden yapıldığı için soru kısmına çok istekli olunmadı. Ama eğer fırsat olsaydı bir müzik bilimci olarak Vural Yıldırım hocamıza da Halk müziği ile uğraşan arkadaşların Klasik gitarla halk ezgilerinin çalınması konusunda ki fikirlerini sormak isterdim.

Sonuç olarak seminerde gitarın ülkemizdeki tarihsel gelişimi ve bir çok isim geçti ama gerek isimlerin yabancı olması gerekse projeksiyonda notların hızla geçmesi yüzünden : ) onları çok iyi not alamadım. Artık sınav öncesi şöyle genel bir araştırma yapmam gerekicek.
Genel de olsa klasik gitar ve gelişimi hakkında bilgi sahibi olduğum güzel bir seminerdi.

ricardo moyano' dan " kara toprak " bakalım siz nasıl bulacaksınız;)



Tolgahan hocadan halk ezgisi örneği bulamadım ama seminer çekimleri nete aktarılana kadar başka bir konserden "Astor Piazzolla Tango Suite 1st Mvt Deciso " ;)




28 Mart 2008 Cuma

Safa YEPREM - Gitar Resitali



30 Nisan 2008 Çarşamba günü, Cadde Bostan Kültür Merkezi A salonunda Saat 20.30'da Safa Yeprem konseri gerçekleşecektir.

27 Mart 2008 Perşembe

Haydi New York Konsere :)

Daha önce bilgisini verdiğim gibi dün Tolgahan Çoğulu ‘ nun yönettiği “ ANADOLU HALK EZGİLERİNİN KLASİK GİTARLA ÇALINMASI” konulu seminerdeydik ismek ihtisas sınıfları olarak. Sufizm’ den sonra en eğlenceli seminerdi diyebilirim.(Gerçi sufizmin kafamda oluşturduğu ve çözümünü zamana bıraktuğım soru işaretleri halen var ama;) Güzel örnekler dinledik ayrıca. Ama konunun ayrıntılarına daha sonra girip kafama takılan bazı şeyleride araştırdıktan sonra anektodları paylaşmak istiyorum. Birde seminer videoya alındı.Artık nete atarlarsa burda da paylaşırım inş.Allah;)

Sabah kahvaltımı yaparken dünkü seminerde Gülden ile takıldığımız armoni konusu için google abladan yardım alırken rastladığım bu etkinlikliği paylaşmak istedim.
Öyle ya hep haydi İstanbul konsere demek olmaz dimi :D Bu seferde haydi New York konsere :)

Gitarist Cem Duruöz, 4 Mayıs 2008, Pazar günü New York'ta, Carnegie Hall, Weill Recital Hall'de bir gitar resitali verecek.

.
Gitarist Cem Duruöz, New York'ta 4 Mayıs 2008, Pazar günü Carnegie Hall, Weill Recital Hall'de bir gitar resitali verecek.

Tutti Music'in organize ettiği gecede programda, Duruöz'ün Batum, Yüksek Yüksek Tepelere, Haydar gibi kendi türkü düzenlemeleri ve Sultaniyegâh Sirto, Nihavend Longa gibi Osmanlı döneminde bestelenmiş Türk musikisi seçkileri yer alıyor. Saat 20:30'da başlayacak konserin diğer bölümünde ise dinleyicilere Türkiye'den enstantaneler sunacak şekilde belirlenmiş, yeni bestelenmiş Türk şarkıları bulunuyor. Konserde Duruöz'e Koray Sazlı, Ceyhun Şaklar, Erdem Helvacıoğlu, Bekir Küçükay ve Gilbert Biberian eşlik edecek.

Biletleri, 28 ve 32 dolardan satılacak konser hakkında detaylı bilgi için
tıklayın. .

26 Mart 2008 Çarşamba

SUZUKİ METODU...FELSEFESİ VE ÇOCUK EĞİTİMİNE KATKISI...



Özellikle klasik batı müziği icra eden kemancıların çok iyi bıldiği suzuki keman metodu bakın nasıl ortaya çıkmış ve ne faydaları varmış;)

Çocuk Eğitiminde Suzuki Metodu

1) Suzuki Felsefesi
2) Suzuki metodunun tarihi
3) Suzuki metodu nasıl işler?
4) Dinleme
5) Ailevi ilişki
6) Pozitif çevre
7) Repertuar
8) Okuma
9) Kişisel ve grup aktiviteleri
10) Erken çocukluk dönemi eğitimi

1.Suzuki Felsefesi

Suzuki yetenek eğitimi yada Suzuki methodu olarak nitelendirdiğimiz eğitimin felsefesi, çocuğun gelişimini bütün olarak kucaklama esasına dayanır. Suzuki öğretisinde temel olan şey “Character first, ability second” olmasıdır. Yani ilk öncelikli olan karakter ,sonrasında yetenek gelmektedir. Suzuki felsefesinin özü pek çok yazısından alıntı yapılarak bulunabilir.
Bir yazısında “Müzikal yetenek doğuştan gelen yetenek değildir ancak geliştirilebilir. Düzgün bir eğitimle yetiştirilmiş bir çocuk, müzikal yeteneğe sahip olabiliyorken, tüm çocuklar annelerinin dillerini öğrenebiliyor. Yani bu potansiyel tüm çocuklar için limitsizdir” demiştir.

2.Suzuki Metodunun Tarihi

Suzuki metodu olarak dünyaca ünlü müzik eğitimi faaliyeti Dr. Shinichi Suzuki tarafında keşfedilmiştir. Japonya’nın Nagaya Eyaleti’nde 1898 yılında doğan Suzuki, Japonya’nın ilk ve en büyük keman imalatçısının oğluydu. Çocukluk döneminden itibaren fabrikada çalıştı.

Micha Elman’ın Eva Maria adlı eserini dinlerken ilham alan Suzuki, keman çalmayı öğrenmeye karar verir. Geçen 5 yıl içerisinde kendini keman öğrenmeye adadı ve 22 yaşındayken dönemin ünlü kemanisti Karl Klinger’den ders almak için Berlin’e gitti. Almanya’da Alfred Eistein ile yakın arkadaş olan Suzuki onun aracılığıyla pek çok ünlü düşünür ve müzisyenle tanışma fırsatı buldu. Burada tanıştığı Waltraud Prange ile evlendi ve eşiyle 1928 yılında Japonya’ya döndüğünde profesyonel müzisyenliğe ve öğretmenliğe başladı.

S.Suzuki İmperial Conservatory(imparatorluk konservatuarı)’den bir arkadaşının küçük oğluna keman çalmayı öğretirken, aklında çocukları bunları nasıl öğretebileceğinin yolu canlandı. II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle eşi yabancı olarak sınıflandırıldığından eşi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Savaş döneminin zorluklarından hastalandı ve aylar sonra kendini toplayabilen Suzuki bu yaşadığı dönemin etkisiyle çocukların hayatına olumlu-pozitif etkiler yapacak kararlar aldı.

Almanya’da çocukların Almanca konuşmayı kolaylıkla nasıl öğrendiğini dikkatle inceledi. Çok kompleks bir dil olan Japoncayı da Japon çocukların kolaylıkla konuşmayı öğrendiğini fark etti. Tüm çocuklar annelerinin dillerini hiç enerji sarf etmeden zorlanmadan, dinleyerek, taklit ederek ve tekrarlayarak öğrendiğini gördü. Çocukların bu yolla müzik öğrenebileceklerini yani sevgi, terbiye ve kendini adamasıyla öğrenebilecekleri kararına vardı.

Suzuki öğretisinin konseptinde ilk önemli olan şey karakter, sonrasında yetenek gelmektedir. Onun amacı; bütün çocukları kucaklamak, sevgi-aşk müzikleriyle çocukları yetiştirmek, muhteşem bir enstüraman ustasından çok düzgün bir karakter sahibi olarak yetiştirmekti. Suzuki’nin fikri hep “Yetenek Eğitimi” (talent education) üzerine idi ve Matsumato’da bir okul kurdu.

Yetenek eğitimi; bilgi, karakter, beceri geliştirmeyi kapsar. Japoncada “Saino” kelimesinin anlamı yetenek ve kabiliyettir. Bizim dilimizde bu 2 kelimenin anlamları arasında bir fark yok. Ama Japoncada kişisel karakter üzerine müzikal yetenek geliştirme anlamına gelmektedir.

Suzuki konseptinin mantıksal bir çerçeveye oturtulması çok uzun zaman aldı. Ama sonunda diğer öğretmenler de bu çalışmaları duydu ve Matsumato’ya çalışmalara katılmak için geldiler. Bu öğretme metodu Japonya etrafında yayıldı ve viyolonsel, flüt ve piyano için geliştirildi.

1958 yılında Suzuki çocuklarının bir müzikal eseri bir grup müzisyen öğretmen tarafından filme alındı. Bu film pek çok müzikal kurum tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı ve pek çok Amerikalı öğretmen bu metodu öğrenmeye karar verdiler. Suzuki ve bir grup öğrencisi USA’ya müzik eğitimi konferansına gittiler ve çok büyük bir ilgiyle karşılandılar. O zamandan bu yana bu yetenek eğitimi düşüncesi yayılmaktadır. Pek çok öğretmen Japonya’da Dr. Suzuki ile çalışmaktadır. Günümüzde 8000’den fazla Suzuki öğretmeni mevcut olup, 250 000’den fazla çocuk Suzuki metoduyla eğitim almaktadır.

Dr. Suzuki 99 yaşında 1998 yılında Matsumato Japonya’da vefat etti. Onun mirası çocukların ve ailelerinin hayatına katkısı olarak hep devam edecek.


3. Suzuki Metodu Nasıl İşler?

Dr. Suzuki metodunu; çocukların anadillerini nasıl efor harcamaksızın öğreniyorlarsa onun gibi öğrenmesini amaçladı. Aileleri tarafından desteklenmiş ve cesaretlendirilmiş, sevgi dolu bir aile ortamında bulunan çocuklar en zor becerileri bile geliştirebilir ve öğrenebilirler tıpkı anlaşılır açık seçik net konuşmak gibi.
Bir çocuk konuşmayı öğrenirken çalışmada etkili faktörler:
●Dinleme
●Motivasyon
●Tekrarlama
●Aşama-aşama uzmanlaşma
●Hafıza
●Kelime bilgisi
●Ailevi ilgi
●Sevgi
Suzuki metodunun ilkeleri ensturman kullanmayı öğrenmek için kullanılır. Bu ana dil yöntemi şiir, matematik, sanat gibi diğer konularda da başarıyla uygulanmıştır.

Dr. Suzuki çocuğun doğumdan itibaren gelişiminde müziğin önemli bir parçası olması gerektiğini ve dil eğitimine paralel bir şekilde gitmesini adım adım takip eder. Bebeğin içinde bulunduğu çevrede anadilinde hoş müzikler çalmalıdır. Bu sayede çocuk konuşma ve ensturman çalma yeteneğine sahip olarak gelişecektir. Dersler 3 yaşından önce başlar.

4.Dinleme

Çocuklar konuşmayı; dinleyerek ve çevrede konuşulan dili taklit ederek öğrenirler. Suzuki de öğrenme temel de gündelik olarak çocuklara dinletilen müzik ve diğer kayıtlar ile olur. Çocuklar bu sayede dans etmeyi ve oynamayı kolaylıkla öğrenirler. Güzel müzik melodileri ve düzgün metinlerden (text) konuşmalar, oyunlarında bunları model almalarını sağlar. Üretilen hoş sesler ve duygusal oyunlar eğitimin temelidir.

5.Ailevi İlişki

Aile Suzuki öğretisinde çok önemli rol oynar. Öğrenmede aile çocuk ile öğretmen arasında rol alır. Ailelerin de eğitimlere katılmaları gerekmektedir. Bu eğitimin bir parçasıdır.Aileler not almalı ve pratikleri beraber yapmalıdır.Onlar bu sayede evdeki öğretmenler olacaklardır. Ailelerin günlük dinlenen ses kayıtlarına ihtiyaçları olacak.Bunlar eşliğinde evde sevgi dolu bir ortamda da eğitim fırsatı doğacak.Derslerin evde de olması çocukların cesaret duygusunu güçlendirecek yetenek sahibi olmalarını sağlayacak.

6.Pozitif Çevre

Pozitif bir çevre yaratılması evde ve derste şarttır. Ailelerin tüm bireyleri bunları anlamalı ve uymalıdır.Çocuklar överek ve cesaretlendirilerek desteklendiklerinde hevesle öğrenirler.Evde diğer doğru davranışları görerek tanıyarak öğrenirler.

7.Repertuar

Suzuki’nin müzik eğitimine en büyük katkısı düzgün bir repertuarın olmasıdır. Dikkatlice seçilmiş parçalar çocukları öğrenmeleri ve geleceklerinde çok büyük yara sağlayacaktır. Müzik, teknik ve konsept bu eğitimin bir parçasıdır. Bu tekrarlamalar ile pekiştirilir.

Her enstrümanın bir repertuarı vardır. Bu enstürmanlara yakınlık sağlanarak motivasyon ile ilerleme elde edilmiş olur. Her enstürman için ayrı oluşturulmuş bu repertuarlar dünya çapında Suzuki çocuklarını birbirine bağlar.

8.Okuma

Okuma;teknik ve müzikal becerinin bir dilin tam olarak öğrenilmesinden sonra öğrenilebilecek bir aşamasıdır. Bu aşamada çocuklar yaşlarına uygun olarak müzikleri okumaya başlarlar. Tabiî ki bu temelden profesyonele doğru aşama aşama, olacaktır. Korolar halinde yapılan bu şarkı okuma programları, Suzuki eğitiminde müzikal gelişimin temelini oluşturmaktadır.

9.Kişisel Ve Grup Aktiviteleri

Çocukların kişisel derslerine ek olarak, öğrencilerin grup dersleri de vardır. Bu ortak repertuar onların birlikte oynamalarına, onların çok değerli deneyimler kazanmalarına ve pozitif bir destek olarak rol alacaktır. Her öğrenci gösteride belli bir rol alır ve diğer çocuğun rolunde gözlemde yapmış olur. Bunlar çocuklarda büyük bir motivasyon sağlayarak çocuklara sevgiyi aşılar.Suzuki müzik tarafından belli dönemlerde bazı grup aktiviteleri konserler düzenlenir. Öğrenciler ortak eserlerini sergilerler.

10.Erken Çocukluk Dönemi Eğitimi

Suzuki çocukluk dönemi eğitimi (0-3)yaşındaki donemde başlar. Çocuklar çok farklı her tür ensturman duyuma fırsatını yakalarlar.Çok farklı deneyimler edinirler. Genellikle 3 yaşında ensturman öğrenmeye başlarlar.

24 Mart 2008 Pazartesi

Buhurîzâde Mustafa Itrî


Buhurîzâde Mustafa Itrî(1640 – 1712 İstanbul)


Büyük Itrî’ye eskiler derler,
Bizim öz musikimizin piri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangiri,
Nice bayramların sabah erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbir’i.


Bir “Segâh Tekbîr” ile uyanıp “Segâh Salât-ı Ümmiye” ile ürperenler aşkına!... ‘Mâye Cum‘a Salâtı’ ile ‘Dil-keş Hâverân’ olup ‘Gece Salâsı’yla hâmûş olanlar aşkına!... Ve dahi Zât-ı Zülcelâl aşkına! O nûr-ı Nebî aşkına âyîne-i pâkteki temiz çehreler aşkına!...

1630 veya 1640 yıllarında kâinat ileride bir Segâh Tekbîr’le ruhları ferahlatacak bir üstâdın ilk nağmelerini duydu. Türk musikisinin büyük isimlerinden Buhurîzâde Mustafa Itrî Efendi, İstanbul’da, Mevlânâkapı’da doğmuştu. Bu sadece burada doğmak değildi ! O, bir ömrü Mevlânâ’nın kapısında geçirecek ve yine burada hayata gözlerini yumacaktı, bir güneş gibi yine burada batacaktı... Ne büyük saadet!... Bir kapının eşiğinde doğup son nefesini aynı eşikte verenlere!...

Itrî’nin sıfatı olan “Buhur”, hoş kokan, yakılarak koku dağıtan madde anlamındadır. Itrî’nin babasının veya atalarının buhurcu olduğu ve sanatçının bu yüzden Buhurîzâde sıfatıyla anıldığı bilinmektedir. Büyük bir ihtimalle musikişinas bir aileye mensup olan Itrî, çocukluğundan itibaren musiki ile ilgilenmiş ve hususen Mevlevî çevrelerinde bu yeteneğini daha da geliştirmiştir. Itrî’nin hocalarından biri olan Hafız Post, XVII. Yüzyılın musiki dehalarındandır. Türk müziğine binden fazla beste bırakan Hafız Post’un vefâtına “Postu çâk eyledi şîr-i ecel” mısraıyla 1105 (milâdî 1694) tarihini düşüren Itrî, onun tarzını devam ettirerek önemli bir hizmette bulunmuştur. Itrî, devrin büyük sanatçıları olan ve Kutb-ı Nâyî olarak vasıflanan Şeyh Osman Dede (1652?-1730) ile dönemin üslûp sahibi musikişinaslarından da ders almıştır. Büyük söz ustalarının, bestekârların yaşadığı bu siyasî inkıraz devri, edebiyat, hat ve musikide bir altın çağ niteliğindedir.

Henüz genç yaşlarında sarayın dikkatini çekerek IV. Mehmed zamanında serhânende (icrâ heyeti şefi), musâhib-i şehriyârî (padişâhın sohbet arkadaşı) ve sarayın musikî hocası görevlerine getirilen Itrî, padişahın hal’inden sonra da saraydaki görevlerine devam etmiştir. III. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa ve III. Ahmed devirlerini de gören ünlü sanatçı, Nef’î, Nâ’ilî, Neşâtî, Nâbî gibi Divân edebiyatının büyük şairlerinin yetiştiği bir asrın sesi olmuştur. Nadide mecazlarla örülü şiirler ve ince edalı fikirler, iltifatlar, sevgiler, samimî yakarış ve yönelişler O’nun ıtır kokulu buhurdanından süzüle süzüle günümüzün dimağına ulaşmıştır. O, bir dönemin ince ruhunun nağmelerini bestelemek suretiyle kayıt altına alarak geleceğe taşımıştır.
Itrî, Sinan’ın taşı konuşturarak oluşturduğu mimari dehasını, bir ses mimarisi halinde müziğin diliyle farklı bir formda sunarak, bize büyük bir medeniyetin soluklarını ulaştırmıştır. Kaynaklarda 1124 (Milâdî 1712) tarihinde vefat ettiği kaydedilen sanatçı, geride çok sayıda dinî, tasavvufî nitelikte beste bırakmıştır. Onun en çok bilinen eseri Kurban Bayramı tekbiri olarak da okunan “Segâh Tekbiri”dir. Itrî’nin neredeyse bütün bir İslâm coğrafyasının camilerinde son üç asırdır okunan bu eseriyle birlikte, Segâh Salât-ı Ümmiye, Mâye Cum’a Salâtı, Dilkeş-Hâverân Gece Salâsı da ünlüdür. Kaynaklar Itrî’nin ünlü Na’tını bizzat seslendirdiğini yazmaktadır. Onun Râst Na’tı Mevlevî âyinleri başında okunmaktadır. Güftesi Mevlâna’ya ait olan bu beste, Mevlâna Na’tı olarak da bilinir.

Itrî sadece dinî musiki alanında değil, klâsik musikide de önemli besteler gerçekleştirmiştir. Onun Nevâ- kâr’ının güftesi İran Edebiyatı’nın ünlü şairlerinden Hâfız’ın bir gazelidir.

Ey gülbün-i ‘ıyş mîdemed sâkî-i gül-‘izâr ku?
Bâd-ı behâr mîvezed bâde-i hoş-güvâr ku?
Her gül-i nev zi gül-ruhî yâd hemîdehed velî
Gûş-i suhân-şinev kuca? Dîde-i i’tibâr ku?
Meclis-i bezm-i ‘ayş ra galiye-i murâd nist
Ey dem-i subh-i hoş-nefes nâfe-i zülf-i yâr ku?
(Ey şâhid-i kudsî ki keşed bend-i nikaabet
V’ey mürg-i behiştî ki dehed dâne vü âbet)

Farsça güftenin tercümesi:
İşretin gül fidanı yeşerip yetişmekte, gül yanaklı sâki nerede? Bahar yeli esmekte, lezzetli şarap nerede? Her yeni gül, bir gül yüzlüyü hatırlatıyor; fakat söz duyan kulak nerede? Kimde ibret gözü var? İşret meclisinin galiyesi yok, ey nefesi hoş sabah rüzgârı, sevgilinin misk kokulu zülfü nerede?
(Mütercim: Abdülbâki Gölpınarlı)

Vezni, güfteden farklı olan son beyit, Hâfız Sadi-i Şirazi'nin gazelinde bulunmayıp, şiire sonradan eklenmiş bir terennümdür. Eserde yer aldığı için Hâfız’ın beyitlerine eklenmiştir.

Sanatçının Segâh Yürük Semaî ile Hisar Ağır Semaî adlı klâsik eserleri de gerçek birer sanat şaheserleridir. Musiki sahasında Marağalı Abdülkadir’den sonra yetişen en büyük sanatçı olduğu kabul edilen Itrî, aynı zamanda hattattır. Özellikle tâlik yazıda dönemin önde gelen isimleri arasında sayılan sanatçının şiir yazdığı da bilinmektedir. Yaklaşık 400 civarında bestesi bulunan Itrî’nin bestelerinde musiki kadar anlam da önemli bir yer tutar. Bu bakımdan şairin, besteleyeceği şiirlerin bu hususiyetlerine özellikle dikkat ettiği anlaşılmaktadır. Sözgelimi, Niyâzî Mısrî’nin:

Halk içre bir âyîneyim herkes bakar bir an görür
Her ne görür kendi özün ger yahşı ger yaman görür
Beyitiyle başlayan gazeli(Nühüft Durak) ve Nef’î’nin:
Tûtî‘i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyinesi sâf değil

Matla‘lı gazeli (Segâh Yürük Semâî) bu tür eserlerdendir.

Itrî’nin besteleri arasında Nâbî’ye ait gazeller de dikkate değer sayıdadır. Bunlar arasında şu matla‘lı gazeller örnek olarak verilebilir :



Gel ey nesîm-i sabâ hatt-ı yârdan ne haber
Gelir mi kâfile-i müşk-bârdan ne haber

Hûn-i dili mey goncayı câm eyledi bülbül
Bezm-i gülü nâleyle tamâm eyledi bülbül

Pây-i yâre düşmeğe ağyârdan nevbet mi var
Sâyesinde nahl-i ümmîdin meğer râhat mı var

Itrî’nin dinî nitelikli besteleri dışında kalan klâsik besteleri, dönemin sosyal ve kültürel havasını da yansıtmaktadır. Sanatçının, Nâbî’nin gazeline yazdığı tahmis, şairlik kudretini de göstermektedir:

Berk-i gül-i gülzârı hıyâm eyledi bülbül
Gülşende yine ‘ayş-i müdâm eyledi bülbül
Hâsıl bu ki tahsîl-i merâm eyledi bülbül
“Hûn-ı dili mey goncayı câm eyledi bülbül
Bezm-i gülü nâleyle tamâm eyledi bülbül

Dünyâyı harâb etse n’ola sıyt ü sadâdan
Ol goncanın açıldığın işitdi Sabâ’dan
Uşşâk’a yine zemzeme-bahş oldu Nevâ’dan
“Her nâlede bir nahl-i güle kondu safâdan
Her nağmede tebdîl-i makâm eyledi bülbül”
(.......)

Terk etdi dil ü dîde yine rahat ü hâbı
Itrî n’ola azm-i çemene etse şitâb
Olmuş yine zencîr-i cünûn gülşenin âbı
“Dün geldi sabâ sahn-ı çemenden dedi Nâbî
Hâk-i reh-i düstûra selâm eyledi bülbül”

Arif Nihat Asya’nın na’tında: “Itrî bestelesin tekbîrini” mısraıyla belirttiği hakikat, bu alanda bestelenmiş en güzel na’tın Itrî’ye ait olduğudur. Medeniyetimizin ses mimarı olan Itrî’yi belki de en güzel anlatan kişi Yahya Kemal’dir. Bir söz ustasının ses ustasını anlatması da elbette ki şiirle olmalıydı. Yahya Kemâl’in 1940 yılında kaleme aldığı “Itrî” şiiri, Itrî’nin kişiliği, sanatı ve değerini anlatan önemli bir eserdir:



ITRÎ

Büyük Itrî’ye eskiler derler,
Bizim öz mûsikîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihângîri,
Nice bayramların sabah erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr’i.

Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hürr esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca’yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-kâr’ı,
Bir terennüm ki hem geniş hem şûh,
Dağılırken “Nevâ”nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh,
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini.
Bize mirâsı kaldı yirmi eser.
“Nâ’tıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıa ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan Mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış “Âyîn”i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir teselli bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm.
Çok saatler geçince hicrânda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmeyen bir ummanda

Itrî'nin ney üflediğine ve Galata Mevlevîhanesinde bir süre neyzenbaşılık yaptığına dair bir hikâye vardır. Buna göre:
Sultan IV. Mehmed zamanında, İstanbul Galata Mevlevîhanesine Derviş Çelebi, şeyh olarak tayin edilir. Geleneklere uyularak şeyhin posta oturacağı gün, mukabele denen büyük bir ayin düzenlenir. Ayinden önce, dergâh şeyhini tebrik için gelenler, değerli hediyeler de getirirler. Ayinin yapılacağı “Semâhane” bu hediyelerle dolup taşar. Ayin başlamak üzeredir, derken kapıdan soluk soluğa, saz gibi sararmış, boynu büyük, fakir genç bir derviş girer. Herkesin gözü bu dervişe takılır. (Bu da kim?...) diye birbirlerine bakışırlar. Derviş, ince bir tevazu ve edeple, şeyhin elini öper, sonra da koynundan bir ney çıkararak:

Bu neyden başka dünyalığım yok. Bu niyâzımı bir hediye olarak kabul buyurunuz efendim. der ve şeyhe uzatır. Şeyh, neyi alır, öper, dervişe sorar :
- Adın nedir senin?
- Derviş Mustafa kulunuzum. Itrî de derler.
- Bu ney senin mi?
- Eyvallah!
- Üfler misin?
- Eyvallah...!

Itrî ney'ini üflemeğe başlar. Birdenbire sesler susar, tüm davetliler kulak kesilir neye... Bu bir ses, bir nefes değil, yürekten dökülen âşk nağmeleri... Itrî üfledikçe coşar, coşturur, ney inledikçe hıçkırıklar artar, gönüller düğüm düğüm çözülür, koca salonda çıt çıkmaz. Neden sonra Itrî'nin artık nefesi tükenmiştir. Başı şeyhin dizlerine düşer. Şeyh, onu alnından öperek, ayağa kaldırır.

Biz postun bahtında, sen dostun gönül tahtında oturuyorsun. Tanrı âşk derdini arttırsın. Aferin Itrî... diye iltifatlar eder. Itrî, o günden sonra, bir süre dergâhın neyzenbaşısı olarak, Naat-ı Mevlâna'yı burada besteler.
Itrî’nin ölüm tarihi hakkında kaynaklar, ekseriyetle hicrî 1123 yılının sonu, yani Zilhicce ayını zikretmektedirler. Bu durum, tarihçi Yılmaz Öztuna’nın da belirttiği gibi, sanatçının muhtemelen milâdî 1712 yılının Ocak ayında vefât ettiğini göstermektedir.

Aradan tam 294 yıl geçmiş. Ama onun ebediyete taşıdığı sesler hâlâ aramızda. Öyle ki hemen her fırsatta onun bestelediği tekbîri okuyup ruhunu bir kez daha şâd ediyoruz...
“Allahu Ekber Allahu Ekber Lâ ilâhe illâlah Allahu Ekber Allahu Ekber Ve’lillâhi’l-hamd”...



Eserlerinden bazıları: Segâh Kurban Bayramı Tekbiri; Segâh Salât-ı Ümmiye; Dilkeşhâveran Gece Salâtı; Mâye Cuma Salâtı; Segâh Mevlevi Ayini; Rast Darb-ı Türkî Naat ve Sofyan Tevşih; Nühüft Durak; Nühüft İlahî; Nühüft Tevşih; Nevâ Kâr; 2 Pençgâh Beste; Hisar Devr-i Kebir Beste ve Aksak Semai; Mâhûr Ağır Aksak Semai; Rehavî Berefşan Beste; Buselik Hafif Beste ve Yürük Semai; Segâh Ağır Semai; Segâh Yürük Semai; Bayatî Çember Beste; Bestenigâr Darb-ı Fetih Beste; Dügâh Hafif Beste; Isfahan Zencir Beste ve Ağır Aksak Semai; Nikriz Muhammes Beste; Râhatu'l Ervah Zencir Beste; Irak Aksak Semai; Rast Aksak Semai; Nühüft Aksak Semai; Acemaşiran Yürük Semai; Rehavî Peşrev; Nühüft Peşrev ve Saz Semaisi.

(*) Bu yazı Buhûrî-zâde Mustafa Itrî Efendi’nin Nevâ-kâr, Isfahan Beste, Hisâr Beste, Pençgâh Beste ve Segâh Yürük Semâi eşliğinde kaleme alınmıştır.

Selim HANCIOĞLU


YARARLANILAN KAYNAKLAR:
Kemal, Yahya. “Kendi Gök Kubbemiz”, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1983.
Öztuna, Yılmaz. “Itrî”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987.
Şardağ, Rüştü. “Mustafa Itrî Efendi”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992.

21 Mart 2008 Cuma

MİCHAEL LEARNS... TO ROCK TAKE ME TO YOUR HEART

severek dinlediğim bir şarkı;)

MİCHAEL LEARNS TO ROCK TAKE ME TO YOUR HEART

İSTANBUL...MART AYI....VE BAZI ÜCRETSİZ ETKİNLİKLER


SAMİ ÖZER TASAVVUF MÜZİĞİ KONSERİ

Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : İdris Güllüce Kültür Merkezi
Tarih : 28 Mart 2008 Cuma Saat: 20:00
Düzenleyen : Sami Özer
Etkinlik ücretsizdir.

Sami Savni Özer, 1950 yılında İstanbul’da doğdu. Dini ve müziği, tanınmış hocalardan öğrendi. Doğuştan müzisyen olarak nitelendirilen ve hayatını müziğe adayan Sami Savni Özer, küçük yaşta çok özel kabiliyeti ve hassas kulağıyla dikkat çekti.
Genç bir çocukken müezzinleri dinleyerek, ezanı ve dini müziğin değişik makamlarını öğrendi. Klasik Türk Müziği ve Dinî müzikten oluşan kendi repertuarını kurdu. Birçok orkestra ve gruba katılarak solistlik kariyerine başladı.
17 yaşına geldiğinde, kabiliyetini fark edip etkilenen tanınmış bestekar Amir Ateş, kendisini Üsküdar Musiki Cemiyeti hocalarından merhum Emin Ongan’a tanıttı. Emin Ongan, sanatçıyı hemen talebe olarak kabullenip, beraber 13 yıl boyunca Klasik Türk müziği meşk etti. Çok iyi bir Türk Müziği ve Dinî Müzik birikimine sahip olan Sami Savni Özer, tasavvuf müziği hakkındaki bilgisini derinleştirdi.
Ayrıca, 1998-99 yıllarında MFÖ ile birlikte çeşitli konserlere katıldı. “Her Şey Çok Güzel Olacak” filminin “Bu Ne Biçim Hikaye Böyle” ve “Fırtınalar” adlı şarkılarını Mazhar Alanson’la birlikte seslendirip, filmin akışı içinde bir kaside okudu.
Fahir Atakoğlu ile de bir çalışma gerçekleştiren Özer, 1986 dan beri Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’nda sanat hayatına devam etmektedir. Yayınladığı albümler, konser ve radyo-televizyon programlarıyla tasavvuf müziğini geniş kitlelere dinletmeyi amaçlamaktadır.

* * *

SU GİBİ AZİZ

Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Yerebatan Sarnıcı
Tarih : 22 Mart 2008 Cumartesi Saat: 19:00
Düzenleyen : Erkan Mutlu
Etkinlik ücretsizdir.


Su gibi aziz... Su gibi temiz... Sufi... Tasavvufi...
Programda ilahi musikimiz ile; medeniyetimizin sınırları dolaşılıyor... Saz eserlerinin de yorumlanacağı programda Erkan Mutlu'ya dokuz kişilik topluluğu eşlik edecektir.

* * *


ZEKAİ TUNCA TÜRK MÜZİĞİ KONSERİ



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : İdris Güllüce Kültür Merkezi
Tarih : 22 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Ahmet Akcan
Etkinlik ücretsizdir.







Zekai Tunca, 1944 yılında Ankara (Tatlar)’da doğdu.

İlkokuldan sonra Yıldırım Beyazıt Sanat Enstitüsü tesviye bölümünü ve 1967'de Erkek
Teknik Yüksek Öğretmen Okulunu (Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi) bitirdi.

Bulunduğu her ortamda şarkı söyletilmesi şeklindeki müzik ilişkisi merhum Hikmet Taşan vasıtasıyla katıldığı Dr. Recai Özdil Topluluğu’nda notalı ve sistemli çalışmaya döndü.
Aynı yıllarda İsmail Baha Sürelsan Topluluğu ile de teması oldu.

1964’de Ankara Radyosu'nun bir sınavında ilk on finalist arasına girdi.

1965 yılında Birleşmiş Türk Müziği Sanatçıları Derneği’nin düzenlediği ses yarışmasında Ankara birincisi oldu.

1966'da TRT'nin açtığı en geniş kapsamlı stajyer sanatçı sınavını, ilk sıralarda başardı.

1967 Ağustos'unda Nurcan Tunca ile yeni evliyken, Ordu Endüstri Meslek Lisesi' ne öğretmen olarak atandı. Çocukluğundan beri olduğu gibi, Ordu'daki hayatında da, hep müzikle ilgilendi; Trabzon'da düzenlenen Doğu Karadeniz bölgesi ses yarışmalarında, 1969'da ikinci, 1970'deyse birinci oldu. 1970'de Trabzon'dan katıldığı TRT Çok Sesli Koro sınavını kazanarak Ankara Radyosu’na geri döndü.

1975 yılında verdiği bir sınavla Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği, yetişmiş (solist) sanatçısı oldu. Yeni görevinde merhum Cinuçen Tanrıkorur'un desteklerini şükran ve rahmetle anar. Bu görevinin yanı sıra TRT Müzik Dairesi uzmanlığı, repertuar, denetleme kurulları ve sanatçı seçim sınavı komisyonu üyeliklerinde bulundu.

1996 yılında kendi isteği ile TRT den, Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu solistliğine atandı.

1979'dan bu yana 15 albüm çalışması gerçekleştirdi.

İlk bestesi "Alın Yazımsın" 1981’de Milliyet Gazetesi anketinde üçüncü seçildi.

İkinci bestesi "Birisi Var ki" 1983'de ikinci oldu.

Bunları :
1985'de "Bahar Çiçek Çiçek" (9.)
1986'da "Leylakları Sümbülleri" (3.)
1987'de "Olmaz mı?" (3.) izledi.

Aynı yıl "Bilmem ki Hangimiz Daha Yorgunuz?" TRT - TÜTAV Beste Yarışması’da Mansiyon kazandı.


Diğer Ödül ve Dereceler:

1988'de "Git Gidebilirsen" (Milliyet Gazetesi İkincisi, Hürriyet Gazetesi Altın Kelebek Birincisi, TRT Ödülleri Birincisi)
"Sen İlk Değil Son Değilsin" (3.)
"Yüreğime Kör Düğümler Atılmış" (7.)

1989'da "İmkansız"( Milliyet Gazetesi Birincisi, Hürriyet Gazetesi Altın Kelebek Beste ve TV Yıldızı, TRT Ödülleri Birincisi, TV' de Yedi Gün, Gong Dergileri v.b. ödülleri)
1991’de "Gözüm Kesmiyor" (6.)
1992'de "Üzme Beni" (1.)
1995'de "Tanrım" (2.)
1996'da "Beni Sevmeye Devam Et" (İlk 10)

2004'de "Aşka Merakım Ezelden" (TRT Alaturka Beste Yarışması Birincisi)

Bütün bu şarkılar, zamanın en gözde sanatçıları tarafından seslendirildi.

"İmkansız" ayrıca, Milliyet'in “Son 27 yılın Şarkıları” ve “Son 50 Yılın Şarkıları” özel listesine de girdi.

Son şarkıları: "Yalana Bak, Seni Sormalı, Mehmedim, Seni Aşksız Bırakmam, Gönlüne Sağlık, Güldürme vb.” Türk Müziğine açık nadir radyo ve televizyonlarda mütevazi ölçülerde seslendirilmektedir.

1998'de Devlet Sanatçılığı unvanı verilen Zekai Tunca; yurt içinde hemen her yerde ve yurt dışında (Cezayir, Suriye, Sovyetler Birliği, Avustralya, Amerika, Almanya, Hollanda, İtalya, Bosna, Belçika, İsviçre, Arnavutluk, Tataristan) özel ve resmi konserlerle kitlelere Türk Müziği tadını sundu.

Halen Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Solistliği görevini sürdürmektedir.


* * *

YARKIN TÜRK RİTM GRUBU KONSERİ


Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Ümraniye Atakent Kültür Merkezi
Tarih : 22 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Yarkın Ritm Grubu
Etkinlik ücretsizdir.


1994 yılında Fahrettin ve Ferruh Yarkın tarafından kurulan "Yarkın Türk Ritm Topluluğu", çağlar boyu Türk müziğinde ön planda yer alan ritm olgusunu, günümüzde aslına uygun bir icrayla tanıtmayı amaçlamaktadır. Uzakdoğu, Lâtin Amerika ve Hindistan müziklerinin melodi zenginliklerinin yanında ritm kalıpları ve ritm sazlarının zengin kullanımı nedeniyle beğeni topladığını dile getiren grup, Türk ritmleri ve ritm sazlarının da yurt içi ve yurt dışında hak ettikleri yeri alması amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir.

Fahrettin Yarkın: 1960 yılında İstanbul'da doğan sanatçı, lise eğitimini tamamladıktan sonra İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’na girdi; bu okuldan 1983 yılında mezun oldu. Aynı zamanda 1981 yılında, halen çalışmalarını sürdürdüğü TRT İstanbul Radyosu'na kadrolu ritm sanatçısı olarak katıldı. Sanatçı; konser, seminer ve dersler vermek üzere Japonya, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Avrupa'ya davet edilmiştir.

Ferruh Yarkın: 1964 yılında İstanbul'da doğdu. Lise eğitiminden sonra İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’na girdi. 1986 yılında mezun olduktan iki yıl sonra, halen çalıştığı Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'na kadrolu saz sanatçısı olarak katıldı. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda öğretim görevlisi olan sanatçı, 1990 yılından itibaren Ritm Topluluğu ile ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. CD ve kaset çalışmalarının yanı sıra birçok Avrupa ülkesinde konserler vermiştir.

* * *

SES VE NEFES KONSERİ



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi
Tarih : 22 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Sacit Şişman
Etkinlik ücretsizdir.

Cengizhan Sönmez tarafından kurulan "Ses ve Nefes Klasik Türk Müziği Topluluğu"; klasik eserlerin ve klasik anlayışla aynı doğrultudaki günümüz eserlerinin icrasında, gereken üslup ve tavır özelliklerini uygulayarak sanatı ön plana çıkarmayı amaç edinmiştir. Topluluk, Klasik Türk Müziği'nin geniş kitleler tarafından rağbet görüp sevilebileceğine, bunun için arı bir dil ve samimi bir müzik anlayışına sahip olunması gerektiğine inanmaktadır.

* * *
OYA İŞBOĞA İLE UNUTULMAYAN ŞARKILAR



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi
Tarih : 22 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Oya İşboğa
Etkinlik ücretsizdir.







İTÜ Türk Mûsikisi Devlet Konservatuarı mezunu Oya İşboğa, “Şimdi Hatırda mıdır?” adlı albümünde yorumladığı eserlerle dikkat çekmiştir. Konservatuardan hocası Nevzat Sumer’in şarkılar üzerindeki karakter, renk, üslup, söz, müzik ve bunların birbiriyle ilişkilerindeki titiz çalışmasına buğulu ve duygulu sesiyle hayat veren İşboğa; kendi anlatımını şarkılara yansıtmıştır.

Albümde, Hacı Arif Bey ve romantik Türk Müziği ekolünün son büyük bestecileri ile, 20. yüzyılın önemli bestecilerinin eserleri arasından seçilen "Şarkı"ların yanı sıra "Yürük Semai" ve "Divan" formlarında sözlü besteleri ile aynı dönemlere ait "Saz Eserleri" de yer almaktadır.

Genç sanatçı Oya İşboğa, yönetmenliğini Osman Sınav’ın yaptığı “Kapıları Açmak” dizisinde seslendirdiği gazellerle de seyircilerin takdirini kazanmıştır.

* * *
GRUP SARMAŞIK



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : 75. Yıl Ünalan Kültür Merkezi
Tarih : 22 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Erdem Özdemir
Etkinlik ücretsizdir.

Konservatuar kökenli müzisyenlerden oluşan genç ve sempatik Grup Sarmaşık; "Gül Türküleri" başlığını taşıyan konserlerinde sevilen türküleri seslendirecekler.

* * *


MÜZİSYEN AİLELER KONSERİ


Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi
Tarih : 25 Mart 2008 Salı Saat: 20:00
Düzenleyen : Veysel Dalsaldı
Etkinlik ücretsizdir.

* * *

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ KONSERİ


Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Ümraniye Atakent Kültür Merkezi
Tarih : 25 Mart 2008 Salı Saat: 20:00
Düzenleyen : Ezginin Günlüğü
Etkinlik ücretsizdir.


Türkiye’de özgün müziğin ilk icracılarından olan Ezginin Günlüğü, 1980’li yıllara kadar uzanan müzik geçmişiyle tanınıyor.

Grup Elemanları: Nadir Göktürk, Hüsnü Arkan, Eylem Atmaca, Cafer İşleyen, Erkan Gürer,
Sedat Yapıcı, Gökhan Tümkaya

Albümler: Seni Düşünmek (1985), Sabah Türküsü (1986), Alagözlü Yar (1987), Bahçedeki Sandal (1988), Ölüdeniz (1990), İstavrit (1993), Oyun (1995), Ebruli (1996), Hürriyete Doğru (1997), Aşk Yüzünden (1998), Rüya (2000), Her Şey Yolunda (2002), İlk Aşk (2003), Dargın mıyız (2005), Çeyrek (25. Yıl Özel Albümü - Çeşitli Sanatçıların Yorumuyla Ezginin Günlüğü Şarkıları, 2007).

www.ezginingunlugu.com.tr

* * *

ANADOLU EZGİLERİ


Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Yerebatan Sarnıcı
Tarih : 28 Mart 2008 Cuma Saat: 19:00
Düzenleyen : Metin Eke
Etkinlik ücretsizdir.


İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Metin Eke ve saz sanatçısı arkadaşları, Anadolu'nun farklı bölge ve yörelerinden seçilen 'Kırık Hava' ( Türkü, Karşılama, Zeybek, Oyun Havası, vb.) türündeki ezgileri enstrümantal olarak icra edeceklerdir.

* * *
MURAT ÇELİK KONSERİ



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi
Tarih : 28 Mart 2008 Cuma Saat: 20:00
Düzenleyen : Murat Çelik
Etkinlik ücretsizdir.


4 Mart 1965'te Bakırköy'de dünyaya geldi düşlerimizin tutsak kahramanı... 1993 yılında Düş Sokağı Sakinleri grubunu Murat Yılmazyıldırım ile birlikte kurarak müzikal anlamda profesyonelliğe adım attı.

"Futbolcu olacaktım, sakatlanınca İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne girdim. Hocalarımın saçını kes ısrarına dayanamayıp müzisyen oldum... 1965'ten beri yaşadıklarımı ve yaşayacaklarımı Düş Sokağı Sakinleri’yle paylaşmaktayım. En güzel bestem kızım Zeynep Ada’dır; ben güzel olan her şeyi severim, çünkü Rabbimi bana hatırlatır …"

Solo kariyerine "Su Düşleri" albümüyle başladı daha sonra Düş Sokağı Sakinleri'nden ayrılarak "Seyyah" isimli albümünü çıkardı.

Murat Çelik, Ekim 2004 yılında "Gülziya" isimli roman çalışmasını gerçekleştirdi. Roman ikinci baskısını 2005'in ekiminde yaptı. Ardından 2005 yılının sonlarına doğru "Aşkın Elif Hali" isimli şiir kitabı yayımlandı.

Hissettiklerini ve yaşadıklarını: "Aklınızla kalbinizin kesiştiği yere dikkat edin, elimizde bir tek o kaldı" diyerek özetlemektedir.
www.muratcelik.com

* * *





TARZ-I KADİM MEŞK


Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Mecidiyeköy Kültür Merkezi
Tarih : 29 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Ufuk İşbaşar
Etkinlik ücretsizdir.

Gündelik yaşamın sıkıntılarından izleyicileri uzaklaştırmak, kültürel değerleri hatırlatmak ve kültürel seviyeyi yükseltmek amacıyla gerçekleştirilen programda, sanatçılar izleyicilere parçaları bir disiplin içinde öğreterek meşk edeceklerdir.

* * *
KARA KONSERİ



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Samandıra Belediyesi Kültür Merkezi
Tarih : 29 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Kara
Etkinlik ücretsizdir.

Küçük yaşlardan beri müziğe ilgi duyan Kara, öğrenim hayatına ilkokuldan hemen sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı sınavını kazanarak devam etti. Erol Sayan ve Nida Tüfekçi gibi alanında büyük hocalardan ders alabilme fırsatını yakaladı. Konservatuar yıllarında, Türk Sanat Müziği – Türk Halk Müziği korolarında yer aldı.

Ses tonundaki akıcılık ve çevresine yaydığı pozitif enerjiyle İstanbul’un değişik eğlence mekanlarında sahne almaya başladı. Sahnelerdeki ilk popülaritesini o yıllarda kazandı. Yıllar yılı içinde bulunduğu sahne deneyiminin verdiği güvenle, kendi bestelerinden oluşan bir albüm yapmaya karar verdi. Kendine inanacak kişilerle ekibini kurdu ve 2005 yılında Seyhan Müzik ve İla Müzik şemsiyesi altında ilk albümünü piyasaya çıkardı. Albümde yer alan “Dayan” ve “Miras” isimli parçalar oldukça büyük bir beğeni toplayarak seçkin müzik listelerinde yerini almaya hak kazandı. Her iki parçaya da video-klip çekti.

Korsan albüm yapanlar sayesinde birçok sanatçı gibi albüm satışından ciddi zararlar gördü. İnternet sitelerinde şarkıları en çok indirilen şarkılar arasında yer aldı ve sadece bununla avundu. İstanbul’un ve yurdun birçok yerinde bir dizi konserler vererek sevenleriyle buluştu.

2007 yılının “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı Etkinlikleri” kapsamında Üsküdar Meydanı’nda büyük bir konser vererek, bu bağlamda deniz sevgisini anlatan “Benim Adım Deniz” isimli slow-rock tarzı şarkısını besteledi. Bestelediği eser, Ulaştırma Bakanlığı tarafından 2008 yılının “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı Etkinlikleri” şarkısı seçildi. 2008 yılı haziran ayında gösterime girmek üzere şarkıya video-klip çekildi.

2007 yılının ocak ayında yeniden stüdyoya girdi. Uzun uğraşlar sonunda ciddi emekler sarf ederek 2007 Kasım’ının son haftası Seyhan Müzik adı altında “Aşk Burada Oturmuyor” isimli ikinci albümünü çıkardı. Albümde yer alan 14 parçanın 12 sinin söz ve müziğini yaparak, bu alanda ne derece başarılı olabileceğini bir kez daha kanıtlamış oldu.

Latin Müziği ile Türk-Pop Müziğini harmanlayarak oluşturduğu bu albümün “Kırk Yıl” isimli çıkış parçasına İranlı Yönetmen Emir Khalilzadeh tarafından video-klip çekildi. Parçanın vokalinde kendisine Kübalı müzisyen Carlos Garcia eşlik etti.

www.karasarkilari.com

* * *


GRUP SARMAŞIK KONSERİ


Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Ümraniye Atakent Kültür Merkezi
Tarih : 29 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Erdem Özdemir
Etkinlik ücretsizdir.


2004 yılı başlarında Erdem Özdemir' in öncülüğünde kurulan Grup Sarmaşık, her biri kendi branşında ustalaşmış müzisyenlerden oluşmaktadır. Geleneksel yorumlar ile birlikte bazı türküleri, kendi yaptıkları çoksesli düzenlemelerle icra eden grupta; bağlama, kabak kemane, kemençe, kaval, bendir ve asma davul gibi Türk halk çalgılarının yanı sıra klasik-bas gitar, djambe ve tumba vb. farklı ülkelerin enstrümanları da kullanılmaktadır.

* * *


TUĞRUL ŞAN KONSERİ



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : İdris Güllüce Kültür Merkezi
Tarih : 29 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Tuğrul Şan
Etkinlik ücretsizdir.


Müzikle küçük yaşlarda ilgilenmeye başlayan Tuğrul Şan, uzun yıllar Ankara Radyosu'nda çalıştıktan sonra 1993 yılında Ankara Radyosu'na geçti. Radyoda çalıştığı dönemde bir çok türküyü ilk kez yorumlaması geniş çevrelerce sevilmesini sağladı. 'Varıp Neylemeli Sılayı Gayrı', 'Sunayı da Deli Gönül Sunayı', 'Bir Yiğit Gurbete Gitse', 'Eşref', 'Mevlam Bir Çok Dert Vermiş' adlı türküler bunlardan bazılarıdır.

* * *
ŞÜKRİYE TUTKUN KONSERİ



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Bayrampaşa Belediyesi Kültür Merkezi
Tarih : 29 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Düzenleyen : Şükriye Tutkun
Etkinlik ücretsizdir.


Konservatuarda şan eğitimi alan sanatçı bu deneyimini türkü yorumlarına yansıtınca ortaya
Türk Halk Müziği adına çarpıcı bir yenilik çıkmıştır. Kendine özgü icra tarzıyla kısa sürede geniş bir dinleyici kitlesine ulaşan Şükriye Tutkun, Bayrampaşalı müzikseverlerle buluşuyor.
www.sukriyetutkun.org

* * *

İSTANBUL SAZENDELERİ



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi
Tarih : 29 Mart 2008 Cumartesi Saat: 20:00
Etkinlik ücretsizdir.


"Doğunun engin titreşimlerinde yedi perdenin ruhlara uzanan şifreleri gizlidir...

Enstrümanların tınıları, notaların ardındaki derinliği fısıldar....

Sazende gönlünü tellere teslim eder ve yürekler musikiyle coşar...

Şimdi enstrümanların lisanından kalbimizi fetheden tınıları hep birlikte paylaşma zamanı..."

Kanun: Göksel Baktagir

Ud: Yurdal Tokcan

Kemençe: Selim Güler

Viyolonsel: Emrullah Şengüller

Keman: Baki Kemancı

Vurmalı Çalgılar: İzzet Kızıl, Yinon Muallem

* * *

ÖZEL ETKİNLİK



Etkinlik : Müzik - Konser
Yer : Cemal Reşit Rey Konser Salonu
Tarih : 31 Mart 2008 Pazartesi Saat: 20:00
Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Konseri
Yöneten : Tuğrul İnançer
Etkinlik ücretsizdir.







Programda Ahmed Avni Konuk’un daha önce hiç icra edilmemiş “Dilkeşide Mevlevi Ayini”

Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu tarafından icra edilecektir.


Ahmed Avni Konuk, elimizdeki en iyi güfte mecmualarından birisi olan Hânende'nin toparlayıcısıdır; bu eser 1899 [1317 H] yılında İstanbul Mahmudbey Matbaası'nda basılmıştır. 720 + 38 (fihrist) + 8 (bestekâr resimleri) = 766 büyük sayfa ve çift sütunludur. Başında kısa nazarî bilgi, 95 makamdan da 2706 parça eserin güftesi vardır.

1890 [1306 H] yılında bestelediği Karcığar-Yürük Aksak şarkısı ilk bestesidir. Konuk'un bilinen eserleri toplam 41 parçadır: 3 Mevlevî Âyîn'i, 1 Kâr-ı Nâtık, 3 Kâr, 8 Beste, 5 Ağır ve 5 Yürük Semâî ile 16 şarkı. Dilkeşîde ve Bend-i Hisâr makamlarını terkîb etmiş, Dilkeşîde ve Râhatu'l-Ervâh makamlarından da birer klâsik fasıl bestelemiştir. 119 makamlı Kâr-ı Nâtık'ı, günümüzde kullanılmayan makamları da içeren ve sırasıyla Devr-i Revân, Düyek, Müsemmen, Ağır Aksak, Yürük Semâî, Ağır Evfer, Aksak Semâî ve Yürük Semâî usûlleri ile bestelenen önemli bir eserdir.

Önemli bir özelliği ise artık kullanılmayan makam ve usûlleri edvâr kitaplarındaki tariflerine göre yeniden ele alıp kullanmasıdır. Bestekârın tüm eserlerinin listesi aşağıda verilmiştir (Öztuna, s. 454):


No.
Makam
Form
Usûl
Güfte (k: kendisinin)

1
Bûselik-Aşîran
Mevlevî Âyîni
Çeşitli
Men âşıkı aşkı o şûde âşık-ı men

2
Rûy-i Irak
Mevlevî Âyîni
Çeşitli
Ey derâ verde cihanrâ zîrî pâ

3
Dilkeşîde
Mevlevî Âyîni
Çeşitli
Şâhâ zi kerem ber meni derviş niger

4
Rast (Çeşitli)
Kâr-ı Nâtık
Çeşitli
Kavli de kaddi gibi rast olsa ger ol mehveşin

5
Hicaz
Kâr-ı Şevk-ı Hayâl
Fer
Şevk-ı hayâlinle münbasid oldum (k)

6
Sûzidil
Kâr (Mersiye)
Hafif
Ey bülbül-i hoş-nevâ, hamûş ol (k)

7
Şehnâz
Kâr-ı Murassâ
Hezec



8
Dilkeşîde
I. Beste
Zencîr
Cemâl-i dilkeşini âftâba benzettim (k)

9
Dilkeşîde
II. Beste
Lenk-fâhte
Dil, zülfüne bend oldu ey gonca-dehânım, gel (k)

10
Dilkeşîde
Ağır Semâî
Aksak Semâî
Yine bir âh ederek gülşeni hâşâk edelim (k)

11
Dilkeşîde
Yürük Semâî
Yürük Semâî
Âh-î seherim nâle-i bülbül gibi dil-sûz

12
Râhatu'l-Ervâh
I. Beste
Hezec
Fikrimde hayâlin güzelim, şîve-nümâdır

13
Râhatu'l-Ervâh
II. Beste
Darb-ı Türkî
Nûr-i hattın sevdiğim her bir hayâle can verir

14
Râhatu'l-Ervâh
Ağır Semâî
Aksak Semâî



15
Râhatu'l-Ervâh
Yürük Semâî
Yürük Semâî



16
Acemaşîran
Beste
Berefşan
Ey nihâl-i işve, meftûn-î cemâlindir gönül

17
Acemaşîran
Ağır Semâî
Aksak Semâî
Gönül fikr-i visâlinle neş'eden kaldı

18
Acemaşîran
Yürük Semâî
Yürük Semâî
Ey gonca senin derdin ile âh ederim ben

19
Dilkeşhâveran
Beste





20
Dilkeşhâveran
Ağır Semâî
Sengin Semâî
Aşkınla gönül bülbül-i şûrîde-ser oldu

21
Araban
II. Beste
Lenk-fâhte
Ey nev-nihâl-i işve, aşkınla kârım efgān

22
Araban
Yürük Semâî
Yürük Semâî
Uşşâka nâzı ol güzelin bir edâsıdır

23
Bayatîarabanbûs.
II. Beste
Lenk-fâhte
Gönülde şevk-ı nihânım, tenimde cânımsın

24
Bayatîarabanbûs.
Yürük Semâî
Yürük Semâî
Şîve-kârım gözlerinî bûsa bedel

25
Kürdîlihicazkâr
Ağır Semâî
Aksak Semâî
Amân ey sâki-î gül çehre, derdim var

26
Bestenigâr
Şarkı
Ağır Aksak
Nevbahâr oldu, hırâm eyler nihâlân-î çemen

27
Bestenigâr
Şarkı
Aksak
Bakma mahzûnâne rûy-î zerdime

28
Bestenigâr
Şarkı
Sofyan
Dil meyl ederek zülf-i perîşânına cânâ

29
Muhayyer
Şarkı
Sengin Semâî
Dil hânesinî yıktı o mestâne nigâhın

30
Muhayyer
Şarkı
Düyek
Firkat-î hicrinle sînem dağlarım

31
Araban
Şarkı
Yürük Aksak
Elimde sâgar, ah pertev-nisârım

32
Arazbar
Şarkı
Ağır Düyek
Senin aşkınla çâk oldum

33
Dilkeşîde
Şarkı
Ağır Aksak
Sevdiğim lûtfunla oldum haste-dil

34
Hüzzam
Şarkı
Orta Aksak
Neş'e-î zevk-î dilim, ah câm-ı ihsânındadır

35
Karcığar
Şarkı
Yürük Aksak
Ey dilber-î şen, sevdim senî ben

36
Sipihr
Şarkı
Düyek
Bilmem senî cânâ nesin

37
Sûzidil
Şarkı
Devr-i Hindî
Mest-i nâzım, serzenişlerdir gamım efsûn eden

38
Sûznâk
Şarkı
Curcuna
Gönül Ferhad gibî efkâra daldı

39
Şehnâz-Bûselik
Şarkı
Aksak
Ey gül-î nev-restem üzme bendenî bin nâz ile

40
Şevkıdil
Şarkı
Aksak
Oldu gönlüm şimdi şem'î hüsnünün pervânesi

41
Mâye
Şarkı
Aksak
Zann edersin ki mensubdur dîdeme

Bestelediği eserlerin bir kısmının güftelerini kendisinin yazmış olması, üstâdın bu vâdideki kabiliyetini bir göstergesidir. Örneğin son eseri olan Hicaz Kâr-ı Şevk-ı Hayâl'in güftesi:

Şevk-i hayâlinle münbasîd oldum

Rûh-i revânımdan zevk ile doldum

Raks ü terennüm hâl-i dilimdir

Hâr-ı gâm-ı dilden şevk ile buldum

Doldur getir ey sâkî zehr-i gama tiryâkî

Çal sazını ey mutrıb, âlem kimedir bâkî

Açtı güller jâleler doldu zîbâ lâleler

Bûy-i gülşen mâhitâbın nurunu ta'tîr eder

Sevdiğim bak bu letâfet cenneti tasvîr eder

ve hocası Zekâî Dede'nin vefâtı üzerine yazdığı ve Sûzidil makamından Kâr olarak

bestelediği güfte:

Ey bülbül-i hoş-nevâ, hamûş ol

V'ey kalb-i hazîn, zehir-nûş ol

Üstâd-ı hüner Zekâî gitti

Ey bank-i âdem, sürûd-gûş ol

Avnî dil-i zâre teliyet yok

Ey eşk-i dü dîde, pür-hurûş ol


Kaynak: Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, Kültür Bak. Yay., Ankara, 1990, s. 453 - 454.

Hazırlayan: Tolga Bektaş

www.turkmusikisi.com


Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu

Topluluk, T.C. Kültür Bakanlığı tarafından Klasik Türk Müziğinin, özellikle Tasavvuf Müziği ve Mehter Müziği türlerinin, kendilerine has üslup ve icra özelliklerine sadık kalınarak ortaya konulmasını, tanıtılmasını sağlamak ve bu alanda araştırma ve incelemeler yapmak amacıyla 1991 yılında kurulmuştur. Tasavvuf ve Mehter bölümü olarak iki ana birim halinde çalışan topluluk, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı ile birlikte kaldırılan Mehterhanede ve 1925 yılında kapatılan Tekkelerde, o tarihlere kadar icra olunan mûsikî eserlerinden bugüne ulaşanlarla beraber yeni besteleri de repertuarına almıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu, ulusumuzun çağdaşlaşma hedefini gerçekleştirmesine hız kazandıracak olan, kökü tarihin derinliklerine uzanan müziğimizi, evrensel boyutları ile günümüz sanatseverlerine tanıtmak ve gelecek kuşaklara bir kutlu emanet olarak aktarmadaki önemli işlevinin bilincinde olarak, araştırma ve icra çalışmalarını sürdürmektedir. Topluluk yurt içi ve yurt dışında verdiği konserlerle kültürümüze hizmetine devam etmektedir.

* * *

20 Mart 2008 Perşembe

J-entercom'un Kiss Klibi

İlgili aramalar: kiss - hayal gözlüm -

J-entercom'un Kiss adlı klibi 2005'den bu yana milyonlarca kişi tarafından izlenmiş ve halada izlenilmekte. Duygusal güzel bir parça.

Hikayesi bizim türk filmlerini aratmayan bu klibe tekrar rastlayınca burda da paylaşmak istedim;)


İlgili aramalar: ask - sevgi - kiss - because

buda türk versiyonu;)

CİHAT AŞKIN VE İSTANBULİN ALBÜMÜ ÜZERİNE...



Türkiye’de çağdaş müzik alanında önemli bir yer tutan Cihat Aşkın, son yoğunçalarına; “İstanbulin” adını verdi. Ansiklopedik kaynaklarda İstanbulin; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Sultan Abdülaziz döneminde, yani 19.yüzyılın son yarısında ‘yenilikçi’ kesimin kullandığı bir tür ceket olarak, o yıllarda üst tabaka diye hitap edilen memur sınıfındaki erkekler tarafından kullanılırdı” diye açıklanıyor.
Cumhuriyet döneminde Devletçe yapılan incelemelerde bir yeni çağdaş müzik oluşması gerektiği ve bunun da Geleneksel Türk Halk Müziği’ne dayanması gerektiği vurgulanmıştır. Destek bu yönde verilmiştir. Son yıllarda ise “Türk Sanat Müziği”, “Klasik Türk Musikisi” tabirinin tercih edildiği, “Divan Müziği” ifadesinin ise türün mensupları arasında bir başka çaba gözlenmektedir: Geleneksel Türk Halk Müziği’ne yakınlaşma çabası... Bu çabaların yegâne sebebi; mensubu oldukları türün ihtiyaç duyduğu saygı ve sahiplenmeyi sağlamaktır. Gelişim için bilgi, tecrübe ve yeniliğe ihtiyaç duyan türe karşı en büyük tehdit ise; piyasadır. Eğitiminin verildiği İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı gibi kurumlara mensup ya da kurumlardan mezunların piyasada maddi kazanç amacıyla bayağılaşmaya çanak tutması büyük bir problemdir.

İşte böyle bir ortamda Cihat Aşkın’ın yaptığı müziği şu şekilde tanımlayabiliriz: “Bugüne dek Batı armonisi öğrenimi görüp Türk Müziği’ne uzak olarak yetişmiş besteciler eser verdiler. Son dönemde Türk Müziği öğrenimi görüp kopmamış, ayrıca çoksesli eserler de veren yeni bir kuşak ortaya çıkıyor. Aşkın bu bestecileri yönlendirmiş, ancak geç eser vermiş hocaları olarak görülebilir. İki kol arasındaki farklılık esasen; hangi türün ön planda olup diğerinin onu destekleyeceğidir. Yani ezgiler Türk Müziği’nden, teknik ise çoksesli müzikten…”

Görüşleri ile son dönemde birçok kişinin pek de hoşuna gitmeyecek damarlara basan Cihat Aşkın; 18 Ocak 2008 akşamı CRR Konser Salonu’ndaki konserinin başında “Divan Müziği” ile “Çağdaş Türk Müziği” arasındaki teksesli-çoksesli tartışmasını başka boyuta taşıyacak, iki müziği birleştirecek bir konser olacağını belirtti. Şu bir gerçektir ki; teksesli-çoksesli müzik tartışmalarını senelerce borazan gibi öttürüp nemalanan çevreler ya yaşlandı, ya da bu işin peşini bıraktı. Aşkın ise; günümüzde ulusal ve toplumsal yapıda körüklenen ayrımcılığa karşı bir sanatçı tepkisi koyuyor ve en güzelini yaparak “üretme”ye girişiyor. Aşkın’ın bu noktada gayesi; daha çok bir deneme olsa gerek. İki türde de diğer sanatçıların olmayacağı kadar bilgi, tecrübe ve beceriye sahip olan sanatçı; kendi düzenlemeleri ile bir tecrübe içerisine girişmekte ve tepki beklemektedir. En azından iki türün sanatçılarını aynı sahneye çıkmaya alıştırmaktır.

İstanbulin adlı kıyafetin sokaklarda görüldüğü yıllarda; Cihat Aşkın’ın deneyini Callisto Guatelli Paşa da yapmıştı. “Bu kambur çok iyi… Çok iyi…” diye anlattığı Dellâlzade İsmail Efendi’nin eserlerinden bazılarını Guatelli’nin armonize ettiğini Zâti Arca aktarıyor.

Aşkın’ın konser ile yoğunçalar kaydı arasındaki fark ise; aradaki doğaçlama, taksim ya da meyanlardı. Bilindiği üzere çoksesli yazım teknikli müzikte doğaçlama pek yer almaz. Aldığında ise belli kaideler içindedir. Divan Müziği’nde ise taksim; eserin uzun icrası esnasında hem icracının becerisini ortaya koymak, hem de böyle bir araçla ilgiyi sıcak tutmak için yapılır. İcracının ritmik biçimde tutulan tek karar sesinin üzerindeki doğaçlaması tamamen özgürdür. İcracı karar tonu değiştirebilir ve değiştirdiğinde, eşlik edenler anlayıp o tona geçerek ritmik yapı sürdürürler. Aşkın Ensemble (ya da Aşkın Topluluğu) içinde ilginç bir sehpa vardı: viyolonsel. Ünlü çellist Çağ Erçağ ile kemençe ustası İhsan Özgen’in kızı olan Yelda Özgen idi. Taksim esnasında ritmik eşlikte Özgen, karar tonu değiştiğini anladığında hemen değiştiriyor, Erçağ da ardından anlayıp ton değiştiriyordu. Çalgısında usta Erçağ’a karşı Özgen bilgisi ile daha erken hareket etmiş oluyordu.

Kimi dinleyiciler projenin Aşkın’ın kariyerinin hatırına salonu doldurduğunu ve uzun ömürlü olamayacağını söylerken, kimileri ise; Cihat Aşkın’dan beklemedikleri ilginçlikte bir icrayla karşılaştıklarını konuşuyordu. Aşkın’ın atışmaya girişip zekice oluşturduğu icranın elbette iki farklı düşünceye sahipleri de çektiği açıkça gözleniyordu. Topluluğa yazılan eşliklerin cılız kalan teksesli ve kolay biçimi, “karşı şan” gibi tekniklerin kullanılmaması yanında solistlerin yaptığı taksimlerin ne denli Aşkın’ın oluşturmak istediği müziğe yaklaştığı ise; zaman içinde anlaşılabilecektir. Diğer yandan Aşkın’ın Türk Kemanı ile konserlere çıkma hevesinin uzun süreli olmamasını dileriz. Bu kemanla ortaya çıkan ton, kulaklara yerleşen Cihat Aşkın tonuna pek de yakın değildir. Kendine has icrası ve yay çekişiyle Cihat Aşkın; günümüzde “Bu Toprağın Kemancısı” yakıştırmasını hak etmiş, öncü olmuş ve kendi tonunu oluşturmuş bir sanatçıdır.

İstanbulin’in yoğunçalardaki icrası; çok daha duru, anlaşılır, kulakların alışık olduğu bir biçimdedir. Proje, Aşkın’ın kariyerinde önemi nasıl bir yer tutar bilinmez, ama yıllardır altını çizdiğimiz bir konuda yardımcı olabilir. Böyle bir konserle, pop ve arabesk istilasında olan yöre festivallerine iki türün de davet edilmesi sağlanabilir.

CİHAT AŞKIN...İSTANBULİN....VE ETKİNLİK

Keman çalarken parmaklarım istemediğim yerlere kaydığında veya bazen bir parçaya takılıp bir türlü istediğim performansı alamadığımda hemen elimdeki keman albümlerine sarılırım ve devamlı dinlerim. Bunun beni motive ettiğine inanıyorum. İşte bu hafta sonuda buna benzer bir ruh hali içinde olduğum için teselliyi albümlerimde aradımJ Ve Cihat Aşkın’ ın “ İstanbulin” albümünde karar kıldım. Kemanı seven herkesin kaçırmaması gereken süper bir albüm bence. Hafta sonu şehir dışında olduğum için Cihat Aşkın eşliğinde bol bol yürüyüş yaptım bizimkilerle. Özellikle de hayranlığımın son noktaya ulaştığı anlarda yanımdakilere de dinlettim , yüzlerinde benim ki gibi bir ifade yakalayabilirmiyim diye… Gördüm ki sonuç müspet :) tek hayran kalan ben değilmişim.

Şimdi neden bunlardan bahsettiğime gelelim :) Üyesi olduğum Aşkın grouptan aldığım etkinlik haberlerini paylaşmak istiyorum :)

Bugünün Toplumuna Sağlıklı Müzik

Müzikbilimciler Sosyalbilimcileri Ağırlayacak!

Bir ülkenin iyi yönetilip yönetilmediğine mi bakıyorsunuz? Müziğe bakın! Konfüçyüs

İçinde bulunduğumuz süreçte, ülkemizde toplumsal anlamda gözlenen kabuk değiştirmede müziğin önemi büyüktür. İşlevsel olarak değerlendirilmediği takdirde müziğin yarar sağlamayacağı anlaşılmaktadır. İşte bu noktadan hareketle; müzikbilimciler ile diğer disiplin mensuplarını bir araya getirerek “bugünün toplumuna sağlıklı müzik” sunumu için gereken üretimi saptamak, bunun için tartışma zemini oluşturmayı amaçlıyoruz.



“ BUGÜN, TOPLUM VE MÜZİK ” TARTIŞMA ZİNCİRİ - 1

22 Mart 2008 Cumartesi / Saat: 15.30 / Caddebostan Kültür Merkezi

“ Tartışma ve Dinleti ”
Düzenleyen ve Yöneten: Ersin Antep
Tartışma
Cihat Aşkın (Sanatçı-İstanbul Teknik Üniversitesi), Ali Ergur (Toplum Bilimci-Galatasaray Üniversitesi), Ferruh Gençer (Yayıncı-Pan Yayınevi), Ersin Antep (Müzik Bilimci-Andante Dergisi), Hakan Ergül (İletişim Bilimci-Anadolu Üniversitesi)


“ Schumann ” Dinleti

Gürkan Kırankaya (Klarnet), Can Okan (Piyano)

NOT. Ben biraz araştırdım arkadaşlar etkinlik ücretsiz olup gişeden davetiye alarak katılım sağlanabilir;)

* * *

CIHAT ASKIN NTV RADYO’DA

Cihat Askin 22 Mart 2008 Cumartesi gunu saat 10.00 da NTV Radyo’ da Tuncel Gulsoy’un konugu oluyor. Programda sanatciyla yapilacak sohbetin yanisira onun CD lerinden secilen 6 parcada yer alacaktir. Sanatci ayni zamanda 1 Nisan 2008 tarihinde Cemal Resit Rey Konser Salonunda yapacak oldugu cok ozel bir konser hakkindada canli yayinda aciklamada bulunacaktir.

19 Mart 2008 Çarşamba

KANDİLİMİZ KUTLU OLSUN :)


Bu gece kulun yalvarış ve yakarışlarını Yüce Mevla'ya sunacağı ve O'nun sonsuz affından, merhametinden, iyiliğinden bol bol yararlanacağı umut, huzur ve müjde gecesidir. Mevlüt kandilimiz hayırlı olsun!


DEDE EFENDİ EVİ ETKİNLİK...


Ziyaretçi defterine bırakılmış bir etkinliği paylaşmak istiyorum. İSMEK' in panosunda da dede efendi evinde yapılan etkinliklerden haberim olmuştu ama bir türlü gidememiştim. İnşAllah bir aksilik olmazsa bende katılmak istiyorum:)

Şimdi gelelim konser bilgilerine :)

Osman Nihat Akın Şarkıları”
Solist : Zeynep Gülçin ÖZKİŞİTanbur: Korkutalp BİLGİNKanun: Esra BERKMAN
29 Mart 2008 / 14:00
Dede Efendi EviTürkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği
Ahırkapı Sokak, No:17, Cankurtaran, Sultanahmet (Armada Oteli Sokağı)

ve dede efendiden bahsetmişken onu tekrar anmaya ne dersiniz;)
HAMMÂMÎZÂDE İSMÂÎL DEDE-EFENDİ (1778-1845)

HAYAT HİKÂYESİ
Türk Sanat Musikisi çevrelerinde Derviş İsmail, Dede, Dede Efendi, Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi
İsmail Dede gibi isimlerle anılan bu dahi musikişinasımız, 9 Ocak 1778 ( 10 Zilhicce 1191 ) tarihinde İstanbul'un Şehzadebaşı semtinde doğdu. Babası Süleyman Ağa, o zamanlar bir Osmanlı imparatorluğu ili olan Manastır'ın Görice sancağına bağlı, Kesriye kasabasından kalkarak İstanbul'a gelmiş ve memuriyete girişmişti. Süleyman Ağa, Suriye eyaleti sınırları içinde bulunan Sayda valisi Cezzar Ahmed Paşa'nın bir süre sır katipliğini yaptı. Paşa'nın halka yaptığı haksız muamelelere ve zulmüne dayanamayarak istifa etti ve İstanbul'a döndü. Şehzadebaşı'nda bulunan ''Acemoğlu'' hamamını satın alarak işletmeye başladı. Bu sıralarda Rukiye Hanım'la evlendi; bir Kurban Bayramı günü Dede Efendi doğdu. Bu nedenle çocuğa İsmail adı verilmiştir .''Hamamizdde'' sıfatı buradan kaynaklanır .Ismail Dede dört yaşında iken babası bu hamamı sattı Altımermer'de Kurusebil mahallesinde Çavuş Hamamı ile bir ev aldı. İlerinin büyük musikişinası, sekiz yaşında iken bu mahallede, ''Çamaşırcı Mektebi''nde ilk öğrenimine başladı.
Daha o yıl Musikiye karşı ilgisi ve sesinin güzelliği dikkati çekerek okul öğrencileri arasında ''İlahicibaşı'' oldu. O yörede oturan Anadolu Kesedarı Uncu-zade Mehmed Emin Efendi'nin oğlu da aynı yıl bu okula başlamıştı. Bu nedenle Mehmed Emin Efendi çocukla ilgilenmeye, ilahiler bestelemiş bir musikişinas olarak ona ders vermeye başladı. Böylece aradan yedi yıl geçti; Dede Efendi on dört yaşına basmıştı.


Hocası onun geleceği ile de ilgilendi; ailesinin geçimine yardımcı olur düşüncesi ile onu Maliye Nezareti Başmuhasebe Kalemi'ne ''Katip Muavini'' olarak yerleştirdi. Bir yandan memuriyete ve hocasının derslerine
bir yandan da musikiye karşı olan ilgisi kendisini, pazartesi ve perşembe günleri Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Ali Nutki Dede'nin derslerini izlemeye itiyordu. Burada ayin dinliyor, bilgisini ilerletiyor, sanat yolun da ilerlemeye çabalıyordu .Bu dersler ve memuriyet hayatı da yedi yıl sürdü .Sonunda 18 Mayıs 1797 ( 18 Zilhicce 1212) Perşembe günü resmen ''Mevlevi'' oldu. Sema meşkini ise 1798 (15 Sefer 1213) tarihinde tamamladı. Sultan III. Selim'in Dede'yi saraya çağırması ve fasıllara katılmasını emretmesi üzerine, Ali Nutki Dede'nin izniyle, 1001 günlük ''Çile'' süresini tamamlamadan 1799 (20 Şevval1213) tarihinde ''Dedeler safına'' katıldı.

Dede Efendi, ününü daha ''Çile'' de iken duyurmaya başlamıştı. Bu sıralarda bestelemiş olduğu,

Zülfündedir benim baht-ı siyahım
Sende kaldı gece, gündüz nigahım
İncitirmiş seni meğer ki ahım
Seni sevdim odur benim günahım

güfteli, buselik şarkısı, çağının musiki sevenleri tarafından çok beğenildi. Bu eseri dinlemek, öğrenmek, bestekarı olan Derviş İsmail'i tanımak için tekkeye gelenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. olayın akisleri 3. Selim'in kulağına ulaşınca, mevlevihaneye bir saray görevlisi gönderilerek Derviş İsmail'in saraya gelmesi emredildi. Çileye giren dervişlerin akşam ezanından sonra tekke dışında kalmaları adet olmadığından, bu şartlar altında gidebilmesi için şeyhi izin verdi ve bu durumun padişaha duyurulmasını gelenlerden rica etti. Padişahın huzurunda ve onun isteği ile eserini iki kez okudu; çok beğenilerek bir kese altınla ''taltif'' edildi.


Dede Efendi'nin evi

Daha önceleri, çileye ilk girdiği zamanlarda babasının ölümü üzerine hamamı satan Dede'nin, bu parayı harcadığı, annesinin dervişlere yedirdi diye üzüldüğü ve şikayet ettiği söylenir. Rauf Yekta Bey'in Nuri Şeyda Bey'den naklen verdiği bilgiye göre, saraydan bir kese altını alan Dede, annesine uğrayarak altınla rı vermiş, üzüntüsünün yersiz olduğunu söyledikten sonra akşam vakdi yaklaştığı için acele ile tekkeye dönmüş. Saray'a ilk gelişinin 1793 tarihine rastladığını ileri sürenler vardır.

Dedeler arasına katıldıktan sonra kendine ayrılan hücre- ye yerleşti; artık ünü bütün İstanbul'a yayılmıştı. ''Mukabele'' günleri hücresi, sanattan anlayanlar ve musiki heveskarları ile dolup taşıyordu. Hele hicaz makamından bestelemiş olduğu,

Ey çeşm-i ahu hicr ile tenhalara saldın beni
Çün nafe bağrım hun edüb sevdalara saldın beni
Ey kamet-i serv-i semen salınmada ellerle sen
Haşrolamam dedikçe ben ferdalara saldın beni

güfteli bestesinden sonra ünü büsbütün arttı. Herkes bu eseri öğrenmek, her ne şekilde olursa olsun elde etmek istiyordu. Saray
musikişinasları eseri öğrenerek, 111. Selim'e sundular. De de yeniden saraya çağrılarak, beste kendisinden dinlendi, ''ihsan ve ;İltifatlara garkoldu'' aynı zamanda yapılan Küme Fasılları'na katılması emredildi. Bundan sonra saraya dahil olan Dede Efendi, Enderun'da hocalık yapmaya başladı. Padişahın bu kıymet bilirliliğine karşılık olmak üzere,

Müştak-ı cemalin gece, gündüz dil-i şeyda
Etdi nigeh-i atıfetin bendeni ihya
Mesrûr ede Hak kalb-i humayununu daim
Ediyye-i hayrın dil-ü canımda hüveyda

şiirine sûznak besteyi yapmış bu sanatkar padişaha teşekkür etmişti. Bu sıralarda, 180 1 yılında bir saraylı hanımla evlendi. Akbıyık mahallesinde kiraladığı bir eve yerleşti. Bir yandan evinde öğrencileri ile uğraşıyor , mevlevihanedeki görevini sürdürüyor , bir yandan da padişahın her gün biraz daha dikkatini çekiyordu.

Bu mutlu günler uzun sürmedi; Dede'yi derinden yaralayan bir çok üzücü olay birbirini izledi. önce, büyük sevgi ve saygı ile bağlı olduğu şeyhi Ali Nutki Dede 1804 yılında öldü. Bundan bir yıl sonra sevgili oğlu Salih, 1805'de öbür aleme göç etti.
Bir gonca-femin yâresi var ciğerimde
Ateş dökülürse yeridir âh serimde
Her Iâhza hayali duruyor didelerimde
T akdire nedir çâre bu varmış kaderimde


güfteli, bayati makamındaki bestesini bu olaydan sonra besteledi. Üzüntü ve kederi bununla da bitmedi; 1808'de annesini, 1810'da küçük oğlu altı yaşındaki Mustafa'yı yitirdi. Bu acılı yıllarda ortaya koyduğu eserler bir keder ve elemin izlerini taşır. Sonradan üç kız çocuğu dünyaya geldi. Bunlardan Tanburi Şirin (Keçi) Arif Ağa ile evlenen büyük kızı Hatice Hanım'dan Ferdane, Rifat (ünlü bestekâr ve hanende Rifat Bey), Lutfiye ve Saniye adında dört torunu oldu. Mustafa Nezih Albayrak, Dede'nin kız tarafından torununun oğludur.İkinci kızı Fatma Hanım, Ahmed Dürri Bey'le evlendi; bu evlilikten hanende Şevket Bey doğdu. Tanburi Dürri Turan'la Dede'nin bir kan bağı yoktur; Dürrü Turan, Dede'nin damadının yeğeninin torunudur. Üçüncü kızı Ayşe ise on üç yaşında ölmüştür .
Dede Efendi'nin hayatında hiç şüphesiz en önemli olay, Sultan 3.Selim'in 1807'de tahttan indirilmesi ve 1808'.de öldürülmesidir. Bundan sonra IV. Mustafa'nın tahta oturması, türlü siyasi kargaşa, ''Kabakçı Mustafa İsyanı'', ''AlemdarMustafa Paşa vak'ası'', Sultan 11. Mahmud'un padişah olması, saraya Batı musıkisının yerleşmeye başlaması, eski zevk ve sanat anlayışının kalmaması gibi nedenlerle inzivaya çekildi. Zaten mûsıkî ile uğraşılacak huzur ve neşe ortamı da yoktu. işte bu yıllarda mûsıkî ve öğrencileri ile uğraşarak birbirinden güzel eserlerini bestelemeye koyuldu.


Devlet yönetimi düzene girdikten sonra, kendini hatırlayarak saraya davet eden Sultan 11. Mahmud'a musahip oldu. İkinci kez saray hizmetine giren Dede Efendi, sanat açısından en verimli yıllarını bu dönemde yaşadı (1812). Bu yıllar onun en güzel, en sanatlı bestelerini yaptığı yıllardır. Bundan kısa süre sonra da ''Müezzinbaşı'' oldu. Kendini çok takdir eden padişah, yalnız devlet adamlarına verilen bir nişanı bizzat takmış, Ahırkapı'da bir konak ''ihsan'' etmişti.


Sultan II. Mahmud'un ölümü üzerine tahta geçen Sultan Abdülmecid, babasının derin bir sevgi ve saygı ile bağlı olduğu bu değerli mûsıkîşinastan ilgisini esirgemedi; müezzinbaşılık görevini sürdürdü. Ancak Enderun değer ve önemini iyice yitirmeye başlamış adı ''Muzika-i Humayûn'' olmuş, saray teşkilatı değiştirilmiş, batılı mûsikîşinaslara rağbet artmış, padişah, operet ve opera parçaları dinler olmuş, Osmanlı Sarayı'nı Batı sazları istila etmiş, Avrupa'dan piyanolar getirtilmiş, orkestra ve bando takımları kurulmuştu. Sayılı bir kaç ustanın dışında yüzyılların geleneklerine pek aldırış eden yoktu. Abdülmecid bile, Türk mûsıkîsi'ni iyi bilmediğinden, Dede Efendi'den basit ve sanat değeri olmayan eserler istiyordu. Bütün bunlar Dede gibi bir mûsıkî ustasının katlanacağı şeyler değildi. Nitekim bu duygu ve düşüncelerin etkisi ile, öğrencisi Dellâl-zâde İsmail Efendi ile Saray'ın bahçesinde dolaşırken ''İsmail, bu oyunun tadı kaçtı'' demişti. Bu olanların etkisi ve yaşının ilerlemesi nedeni ile çoktan beri Hac'ca gitme niyetini açığa vurarak padişahtan izin aldı. ileri yaşında acele olarak Hac'ca gitmeye karar vermesi bu kırgınlığa bağlanır. Dellâl-zâde İsmail Efendi ve Mutaf-zâde Ahmed Efendi ile böylece yola çıktı. O yıl Mekke'de kolera hastalığı salgını vardı. Mekke'de bu hastalığa yakalanan Dede Efendi, Hac ''farizesi''ni yerine getirdikten sonra 29.Kasım.1845 Mina'da, Kurban Bayramı' nın birinci günü, öğrencisi Mutaf-zâde'nin kolları arasında, hayata gözlerini kapadı. Cenazesi Hazreti Hatice'nin mezarının ayakucuna defnedildi. Dede'nin ölümü İstanbul'da olduğu kadar bütün İslâm dünyasında da derin bir üzüntü yarattı. Kâzım Paşa'nın tarih şiiri şudur:


Hazret-i Farabi-i sâni müezzinbaşı kim
Zâtına olmuşdu ilm-i mûsıkî ihsan-ı Hak
Aşinâ-yı her makam etmişdi kalb-i nigehin
Sâye-i Molla'da lutf-ü himmet-i merdân-ı Hak
Pertev-i şems-i hakikatten kılub kesb-i kemal
Zerre-i nâçiz iken oldu meh-i tâban-ı Hak
Fehm olur bundan makam-ı kurbe âheng ettiği
Hac edüb Minâ'do oldu vâsıl-ı gufurân-ı Hak
Çor tekbirin çeküb Kâzım Dedi târihini
Kebş-i cânın kıldı İsmail Dede kurbân-ı Hak
(1O Zilhicce 1262)


Bunlardan da anlaşıldığı gibi İsmail Dede bir Kurban Bayramı'nda doğmuş, yetmiş bir yıl sonra yine bir Kurban Bayramı'nda ölmüş oluyordu. Dr .Suphi Ezgi kaynak göstermeden üç kez Hac'ca gittiğini ileri sürmüştür. Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk mûsıkîsi Antalojisi adlı eserinde Sultan 11. Mahmud'la iki kez Gelibolu'yo giderek mevlevihânede âyine katıldıklarını, Ahmed Celâlleddin Dede'nin babası Azmi Dede'den işittiğini kaydediyor .




İCRAKÂRLIĞI
Dede Efendi, Yenikapı Mevlevihânesi'ne devam ettiği yıllarda tekkenin neyzenlerinden, özellikle Abdülbaki Nasır Dede'den ney çalmasını öğrenmişti. Bestekârlığı ile hanendeliğinin yanında neyzenliğinin pek önemi yoktur. Gerek mensubu bulunduğu mevlevihanede, gerekse sarayda uzun yıllar sürdürdüğü hanendeliği güzel bir ses ve uslûb güzelliğini gerektirir. Dr. Suphi Ezgi, hocası Zekai Dede'den naklen sesinin ince ve cılız olduğunu ileri sürer. Sadeddin Nüzhet Ergun ise Zekai Dede'nin onun ileri yaşlarında öğrencisi olduğuna değinerek, "Lataif i Enderûn"u kaynak gösterdikten sonra sesinin güzel olduğunu belirtir. Rauf Yekta Bey, kendinden önce yaşamış olan büyük bestekarların dinî ve dindışı alandaki değerli eserleri iyi bildiğini söylüyor. Bir ömür boyunca her Pazartesi ve Perşembe günleri dergaha giderek ayin okur ve na'thanlık ederdi. Yine Rauf Yekta Bey'in değindiğine göre, o gün hangi ayin okunacaksa Itrî'nin rast makamındaki na'tini irticalen bu makamdan okurdu. Can'lar âyinin hangi makamdan okunacağını sormaya çekinirler, na'tin okunduğu makamdan ayine başlarlardı. Şu hikayede anlatılan olay bunun en güzel bir örneğidir:

"... Büyük yerlerin hepsinde teravih namazının ayin ve ilahilerle kılınması adet olduğundan, her dairenin mevcut olan imamından başka bilhassa Ramazan ayı için, Kur'an-ı Kerîm'i güzel okuyan imam ve mûsikide ihtisası olan güzel sesli beşer altışar da müezzin seçip alırlardı."

"Teravih için her akşam konakların geniş divanhanelerinde halılar ve seccade serilir. beşizli şamdanlar salonun münasip yerlerine yerleştirilirdi, Şehzade dairelerinde, sultan saraylarında, bazı büyük konaklarda harem ile selamlık arasını ayırmak için sofalara büyük kafesler çekilir, kafesin arka tarafından da hizmetçiler için yere sırmalı seccadeler serilirdi. Müezzinler, yatsı vakti olunca çifte ezan okurlar, misafirler ağır ağır kollarını sıvayarak abdest almaya başlarlardı. Müezzin efendiler, arka safta cemaatın toplanmasını beklerler saflar yavaş yavaş dolar, ilahiler ve âyinlerle namaz kılınırdı. Yatsı namazında belirli bir beste takip edilmezse de teravih namazının her dört rekatı kılındıkça, müezzinler tarafından ilahiler ve âyinler yüksek sesle okunurdu. İlk dört rekat bitince saba ve dügah veya bestenigar, ikinci dört rekatta hüzzam, üçüncü dört rekatta ekseriye ferahnak, dördüncüde mutlaka evc, beşincide de acem makamından ilahiler okumak, imamın da mihrapta okunan ilahinin bestesine uygun olarak okumaya devam etmesi şarttı.Şeyhülislam Cemaleddin Efendi, şeyhülislam bulunduğu müddetçe fetva başında ve oradan ayrıldıktan sonra da yalısında bu şekilde iftar ve teravih adetlerini devam ettirmişti."

"Meşhur Kırımlı Ahmed Kâmil Efendi'den sonra Sultan 11. Mahmud'un imamlığına tayin olunan Abdülkerim Efendi ile, o aralık Sultan Mahmud'un müezzinbaşılığında bulunan meşhur mûsiki üstadı Dede Efendi arasında kırgınlık varmış. Bir Ramazan günü Abdülkerim Efendi Padişah'a, Acemlerin saltanatınız hakkındaki ihaneti herkes tarafından bilinmekte bulunduğu halde, Dede Efendi bunu düşünerek teravih namazın da, acem makamından ilahiler okumamak ve buna karşılık şevkefzâ makamını tercih etmek lazım gelirken, kendisinin şevkefzâ makamını kullanmaya bilgisi kafi gelmemesi bu davranışına sebep olmaktadır cevabını verince, Padişah Dede Efendi'nin sanatındaki iktidar derecesini bildiği için ve ayrıca kendisi de mûsikişinas olduğu cihetle, bu hususta bir kanaatı da mevcut bulunduğundan bir gece bir imtihan yapılmasına karar verir. Fakat, bu karar Dede Efendi'ye duyurulmaz."

"Gece teravih namazı kılınırken, dördüncü dört rekattan sonra evc makamından ilahi okunduğu sırada karar gereğince, Sultan Mahmud tarafından gönderilen biri, müezzinlerin yanına giderek, Dede Efendi'ye acem makamını değil şevkefza makamını kullanmasını emrini tebliğ eder. O zamana kadar şevkefzâ makamından hiçbir ilâhi yapılmamış olduğundan ne yapacaklarını şaşıran müezzin efendiler, Dede Efendi'nin yüzüne hayretle bakarlarken, içlerinden biri Dede Efendi'nin işareti üzerine bu makamdan tekbir getirmeye başladığı gibi, imamın da Fatiha-i Şerif'i şevkefza makamında okumakta olduğunu anlamışlar Dede Efendi "Hele bir namazı kılalım da bakalım." demiş ve dört rekat teravih namazı kılınıncaya kadar şevkefzâ makamından bir ilahi bestelemiş ve selam verilir verilmez ilahiye başlayıvermiş. Arkadaşlarının hemen hepsi mûsikî ilminde birer üstad olduklarından, Dede Efendi'ye kulak vererek ağız kalabalığı ile ilâhiyi güzelce okuyup bitirmişler ve padişahın takdirlerini kazanmışlardı."

Bir söylentiye göre de Dede Efendi ile Şakir Ağa arasında bir rekabet başladığından, özellikle Şakir Ağa Sultan Mahmud döneminde, Dede'nin yeniden saraya alınmasını çekemiyordu. Mûsikî anlayışından ve parlak bir hanende olduğundan çok emin olan Şakir Ağa, bu dedikodulardan daha çok etkileniyordu. Bu durum hanendeler arasında da sık sık konuşuluyordu. Dede Efendi'nin sesinin çok parlak olmamasına rağmen, erişilmesi güç bestekârlık kabiliyeti ve okuyuş uslubu ile kendisine üstünlük sağlayacağından emindi. Bu düşüncelerin etkisi ile bir tertip düşündü. Bir fırsatını bularak padişahın huzurunda Dede'yi güç durumda bırakmayı aklına koydu. Niyeti yeni bir makam düzenleyerek gizlice eserler bestelemek ve bunları huzurda okuyarak Dede'yi utandırmaktı. Evc makamına yeni bir çeşni vererek ve yeni bir makam bulduğunu zannederek ki Meragalı Hoca Abdülkâdir bu makamı tarif etmişti bir fasıl besteledi. Bu fasıl için Zeki Mehmed Ağa'ya bir peşrev, Kemanî Ali Ağa'ya da bir saz semaisi ısmarlamıştı.

Her nasılsa işin farkına varan Dede Efendi bu makamın seyir ve karakterini kavramış, kendisi de bazı eserler bestelemişti. Nihayet beklenen gün geldi. Fasla önce başlayan Dede Efendi, bu makamdan eserler okuyunca Şakir Ağa şaşırıp kaldı. Söz konusu olan makam ferahnak makamı idi. Durumu anlayan II. Mahmud'un Şakir Ağa'ya Dede ile boy ölçülemeyeceğini, onun musikîde bir "Canavar" olduğunu söylemesine, Dede'nin çok üzüldüğü söylenir.

BESTEKÂRLIĞI
Dede'nin bestekârlığı konusunda Rauf Yekta Bey'in sözlerini biraz sadeleştirerek şöyle özetleyebiliriz: "...Dede Efendi'nin eserleri uslûb açısından oldukça asil ve kibardır. Büyük bestekârımızın ustalığında her şeyden önce göze çarpan özellik, Türk Mûsikîsi'nde Itrî'lerin ve buna benzer ustaların gayreti ile yüzyıllar dan beri gelişmiş olan geleneksel biçim ve tavrın titiz bir koruyucusu olmasıdır. Bununla birlikte Dede Efendi'nin bu özelliği eserlerini, kendinden öncekilerin gösteremediği yeniliklerle süsleyerek bestelemesine engel olamamıştır. Hiç çekinmeden söyleyebiliriz ki, son yüzyılda XIX. yüzyılda yetişen Türk bestekârları içinde Dede Efendi derecesinde hem klâsik uslûba bütünü ile sadık kalmış, hem de bu uslubun kaide ve şartlarından dışarı çıkmamak kaydı ile yeni nağmeler bulmakta ve yenilikçi eser ortaya koymayı başarmış bir bestekâr daha gösterilemez. Bir de şurası dikkat çekicidir ki, Dede Efendi bazı bestekârlarımız gibi, daha çok yalnız bir tür eserin bestelenmesinde ihtisas sahibi olan ustalardan değildir."

"Bu açıdan bakılacak olursa, Dede Efendi'nin her tür mûsikî eseri bestelemekte gösterdiği olağanüstü başarıyı takdir etmemek imkânsızdır. Dinî mûsikîdeki âyinleri, ilâhileri, durakları ile Dede Efendi adı, mûsiki tarihimizde âdeta eskileri gıpta ettirecek bir yer elde etmiştir. Klasik mûsikî alanında Dede'nin bestelediği kârlar, murabbalar, nakışlar, semâiler değer ve sanat açısından eskilerin eserlerinden aşağı olmadığı gibi, bazı noktalardan eskileri bile geçmiştir. Şarkılarına gelince, o yüzyılda hayatta olan mûsikîşinaslar arasın da Dede Efendi'nin şarkılarından daha parlak ve daha ustalıkla şarkı yapan bir bestekâra rastlanmadığını kesinlikle söyleyebiliriz. Özetle Dede Efendi, yaşadığı sürece Türk Mûsikisi dünyasının hiç bir rakibi olamayan zirvesiydi."

Mesud Cemil, Dede'yi şu şekilde yorumlamış:
"... 111. Selim'in yenileşme isteklerini takip eden Tanzimat devrinin, Garp Mûsikisi ile temas eden bestekârlardan hem an'aneye bağlı, hem de yeni temayülü iyi duymuş olanların başında gelir. O zamanlar saraya yeni gelen Italyan mûsikîşinasları ile Batı'dan esen sanat esintilerine kulağını tıkamamış, bu etki ile Kâr-ı Nev ve "Yine bir gülnihal" güfteli eserleri bestelemiştir. Buna göre Dede'nin iki mühim cephesi vardır: Biri Klasik Mekteb'i kudretle devam ettiren, birisi de yeni ve Garp'ten gelen havayı zamanın şartları içinde yadırgamadan teneffüs eden Dede..."

Ruşen Ferit Kam ise şunları söylüyor:
"...Klâsik sanatı büyük bir kudret ve selâhiyetle devam ettirenlerin başındadır. Harikulâde bir istidal, feyizli bir ilhamın coşkunluğu ile vücûde getirmiş olduğu Mevlevi ayinlerinden ilâhiye, kâr'dan şarkıya kadar dinî ve dindışı besteleri, nevilerinin her bakımdan en güzelleri, en mükemmellerindendir. Eserlerindeki renkler, onun sanatkârlığından süzülerek klâsik bestelerimize aksetmiş olan bu renkler, Dede'nin sanat dehâsının en parlak ışıklarıdır."
"Sultaniyegâh makamı Dede'nin tertiplediği bir makamdır. Bildiğimiz yegâh makamının sesleri arasındaki aralık orantılarını bûselik makamına göre değiştirmiş ve bu yeni ses demeti içindeki melodik seyir ve harekete, bûselik ve nihavend makamından ayrı yeni bir karakter getirmiştir. Bu makamdan bestelediği iki murabba ile ağır ve yürük semâileri, Sultan II. Mahmud'a sunmuştur."

"Eski bestekârlarımız eserlerinin sözlerini Divan Edebiyatı şairlerinin eserlerinden veya kendilerinin bu gibi şiirlerinden seçtikleri halde, Dede bu geleneğin dışına çıkarak bâzı eserlerinde halk şairlerinin, hattâ kendi söylemiş olduğu şiirleri seçmiştir. Görsem seni doyunca, Yüzündür Cihan'ı münevver eden sözleriyle başlayan ve bunlara benzeyen başka eserlerini Batı Mûsikisi'nin etkisiyle bestelemiştir. İtalyan mûsikisi ile kulaktan meşgul olan Dede, bu mûsikinin çok sesli yönü ile ilgilenmemiş olsa bile, melodi kuruluşunu, sonra bizim sengin ve yürük semâilerimizi hatırlatan üçlü ritm ve dinamizmi benimseyerek bir takım ağır vs hafif eserler bestelemiştir. Mesela, yeni kâr demek olan kâr-ı nev şekil ve ritm özellikleriyle kendinden öncekiler den ayrılır eser iki bölümdür: Birinci bölümde rast makamı, orta seslerle karar perdesinden pest tarafa uzatılmış sesler arasındaki melodik hareketlerle karakterlendirilmiş, bu bölüm iki zamanlı ritimle bestelenmiştir. İkinci bölümde yine rast makamı, tiz taraftaki sesler arasında yapılan melodik hareketlerle karakterlendirilmiş ve bu bölüm iki zamanın birleşiği olan üç zamanlı ritimlerle bestelenmiştir ki, bu da Dede'nin Batı'dan gelen üçlü ritmik dinamizmi ile ilgili anlayışlı, başarılı bir örneğidir."

Türk Musikîsi'nin yetiştirdiği en güçlü bestekârlarımızdan biri olan Dede'nin kişiliğinde mûsikîmiz en üst düzeye ulaşmıştır. Dinî ve dindışı mûsikî eserleri ile başlı başına bir "Ekol" olmuş ve kendinden sonra gelen leri tartışılmaz bir biçimde etkilemiş, daha sonra gelen bestekârlar bu etkinin sürekliliğini sağlamıştır. "Geleneksel mûsikîmize eşsiz renkteki melodik akislerle yeni bir uslûb ve kimlik kazandırmıştır. " Ritm-melodi-güfte ilişkisinde erişilmez bir üstünlüğü vardır meselâ, "Mahûr makamındaki beste'nin dörder vuruşlu ölçülere bölünmüş A ve C bölümlerini, bu dört vuruşlu usûlün birleşiği olan (12/8 birleşik ölçü anlayışı ile bestelemiştir. "

Sultanî-yegâh, neveser, saba-bûselik, hicaz-bûselik, araban-kürdî makamlarını tertip eden Dede Efendi, bir mûsikî dehası olarak ses sanatımızda derin izler bırakmış, bestekârlık yolunda her genç sanatkara öncülük ve ustalık etmiştir. Hacı Ârif Bey ayrı tutulursa, şarkı formunda Dede Efendi çapında bir başka beste kar yetişmemiştir. Yukarıdan beri anlatıldığı gibi, eserlerinin pek çoğunun bestelenişi bir nedene dayanıyor. Ferahfeza makamındaki eserlerinin bestelenişinin de ilginç bir hikâyesi vardır

" .. 1249 Hicret yılının Ramazan ayının ilk günü, 1834 Miladi sene Ocak ayının on birinci gününe rastlamıştı. Bu kış ramazanının bir gecesinde Hamamî-zade İsmail Dede ile arkadaşları, Topkapı Sarayı'nın arkasındaki Serdap Kasrı'nda (bu kasır Rumeli demiryolu yapılırken yıktırılmıştır) toplanmışlar, Padişah Sultan Mahmud'un huzurunda arazbar-bûselik faslı yapmışlardı. Fasıl bittikten sonra Sultan Mahmud, sazende ve hanendeleri şu sözlerle tebrik ve teşvik etmişti: (Bu gece pek tatlı bir vakid geçirdim kendimi âdeta Cennet'te sandım... Arazbar-Bûselik faslı şimdiye kadar bu derece parlak okunup çalınmamıştır ancak, Mevsim-i Nevrûz erişdi geldi eyyam-ı bahar sözleriyle başlayan kâr, Amcam Sultan Selim'in tahta çıktığı yılın baharında, Çağlayan Kasrı'na gittiği gün okunmak üzere bestelenmiş bir eser olduğundan böyle kış ortalarında okunması bana biraz mevsimsiz gibi geldi. Dedem Ferahfeza makamında bu kasr için kâr'ı ile beraber senden mükemmel bir fasıl isterim. Haydi göreyim seni Bayram ertesine kadar hazır olsun İnşallah yine burada dinlerim..."

"Ramazan'ın yarısı geçmişti kaybedilecek vakit yoktu. Dede bayram ertesi istenileceği şüphesiz olan ferahfeza kâr için önce bir güfte hazırladı. Bunu besteledikten sonra,"

"Ey kaşı keman tir-i müjen cânıma geçti" mısraı ile başlayan Beste'yi ,"Bir dilber-i nâdide, bir kamet-i müstesna" ve "Bu gice ben yine bülbülleri hâmuş etdim" sözleri ile başlayan ağır ve yürük semâileri besteledi. Tanburî Musahib Zeki Mehmed Ağa da güzel bir peşrev ile saz semaisi yapmış ve bestelenen bu eserler geceli gündüzlü çalışılarak hanende ve sazendelere geçilmişdi. Nihayet beklenen gece geldi. Serdap Kasrı o gece rengarenk fenerlerle, kandillerle donatılmıştı. Sultan Mahmud, yanında Damad Said Paşa olduğu halde memnun, sevinçli, heyecanlı kasra geldi. Musahib Said Efendi'nin bazı güzel fıkra ve hikâyeleri padişahı bir kat daha neşelendirdi. Nihayet adet olduğu üzre serilen ehramlar üzerinde hanende ve sazendeler yerlerini aldılar ve o gece ferahfeza faslı peşrevi ile, kar'ı ile, beste, ağır ve yürük semailer, şarkılar ve saz semaisiyle en güzel, en mükemmel şekilde çalındı, söylendi. Sultan Mahmud bundan son derece memnun olmuştu. Dede'yi yanına çağırarak göğsüne kendi eli ile Murassa İftihar Nişanı'nı taktı. Dede'ye yetişenlerden işitildiğine göre, kendisi bu nişanı törenlerde ve Akbıyık Mahallesi'nde hediye edilen konakta mûsikî meşkleri yaptığı günlerde göğsünden çıkartmazmış. Hatta Merhum Zekâi Dede, hocası Eyyubî Mehmed Bey'le ilk defa meşke gittiği gün Dede'yi bu nişanla gördüğünü anlatır ve "Göğsünde atnalı gibi mürsağ koca bir nişan olduğu halde köşeye oturup çubuk içerken gördüğüm Dede'nin hayali hiç gözümün önünden gitmez" dermiş.

Dede Efendi'den bugüne kadar uzanan, zaman zaman sönen ışıklı ve renkli sanat köprüsünü görebilir, bunları ulusal benliğimizde duyabilirsek, aşağıdaki satırlarda belirtilen gerçekleri kabul etmemiz gerekir. Eğer bir eleştiri yapmadan sırtımızı döner ve görmek istemezsek, bugün içine düştüğümüz çarpık durum ve mûsikî sanatımız adına işlenen cinayetlerle karşılaşırız. Bu nedenle şu satırları sık sık anmakta yarar vardır: "

Dede Efendi'yi, Yahya Kemal ve Tanpınar'ın yaptığı gibi, çevre ve kültüre yerleştirince daha iyi anlar ve eserlerini dinlerken onlarda hayatın gizli akislerini ve yankılarını buluruz." "mûsikîyi anlamak için onu içinde duymak ve yaramak lâzımdır. Yahya Kemal'in "İsmail Dede'nin Kainatı" başlıklı şiiri ile Ahmed Hamdi Tanpınar'ın "Yaşadığım Gibi" adlı kitabına alınan yazı, Dede'nin duyanlara ne gibi duygular ve hayaller telkin ettiğini çok güzel gösterir. Kültür bir süreklilik ve yeniden doğuştur.

Yahya Kemal İsmail Dede'nin Kâinatı adlı ,şiirinde bu süreklilik ve yeniden doğuşu güzel bir beyitle ifade eder:

Şeb-i lâhûtta manzûme-i ecram gibi
Lâiz-i bişnev'le doğan debdebe-i manâyız
Bakmasını bilirsek Mevlânâ`dan Dede Efendi'ye, Dede Efendi'den bugüne gelen o ebedî ruh ışığını görebiliriz.... Yeni nesillerin harf ve dil engelleri dolayısıyla eski Türk kültürüne girmeleri biraz güçtür fakat mimari ve mûsikînin kapıları, duyan ve düşünen herkese açıktır. Eski ile yeni arasında köprü kurmak isteyenlere Dede Efendi, büyük bir dost ve yol gösterici olabilir.

HATTATLIĞI VE ŞAİRLİĞİ
Dede Efendi'nin "Hat" sanatı ile ilgisini, Etem Ruhi Ungör'ün bir araştırmasından öğreniyoruz.İlgili araştırmaya gore Sultan III. Selim Çamlıca'da Sarıkaya civarında yaptırdığı bir sarayı annesine tahsis etmiş. Annesinin ölümünden sonra da Esma Sultan'a vermiş. İsmail Dede yazdığı bir kasideyi kendi yazısı ile hazırlayarak tezhip ettirmiş.Eserin altında "Ketebehû el-fakiyr Derviş İsmail'ul-mevlevî musahib-i Hazret-i Sultan Mahmud Hân-ı Gazi" imzasının bulunduğu bildiriliyor. Düz yazıda da başarılı olduğu Yenikapı Mevlevihanesi "Ayin Defteri"ndeki yazılarından anlaşılıyor.

Metin içinde sözünü ettiğimiz bestelerin sözleri ile saba makamındaki ayininin "Olduk yine biz secde ber-i nâr-ı muhabbet" ve III.Selâm'daki "Ey maksad-ı âşıkıyn olan Mevlânâ" ile "Men bîser-ü sâmânem" rubaileri, daha bir çok bestelerinin sözleri Dede'nin şairane tabiatından kaynaklanmıştır.

Bu büyük musikî ustamız da, kendinden önce yaşamış ve çağdaşı olan büyük bestekârlarımız gibi halk şiirinin zevkine varmış, bu şairlerimiz gibi şiirler söylemeye çalışmıştır. Bütün bunlara rağmen Dede'nin, bestekârlığı ve mûsikîşinaslığı ölçüsünde bir şair olduğu söylenemez. Bu şiirlere giydirdiği melodiler, güftelerin şiiriyetinden çok daha değerlidir. Bu şiirlerinden bir kaç örnek vermekle yetiniyoruz:

Dil bir güzele
Meyletti hele,
Fâş etme ele,
Sevdim ben seni.
Dil sevdi seni,
Rûyünde beni,
Ol sim gerdeni,
Yaktın bendeni.
Samur gibi kaş,
On altıdır yaş,
Gel eyleme fâş,
Dil sevdi seni.
Rakiyble gezme,
Bağrımı ezme,
Gözlerin süzme,
Sevdim ben seni.
***
Girdi gönül aşk yoluna,
Bakmaz sağına, soluna,
Almış âşıkı koluna,
Âhâ gözlerin, gözlerin,
Şirin sözlerin, sözlerin.
Aldandı gönül fendine,
Bağlandı zülfün bendine,
Kul etti beni kendine,
Âhû gözlerin, gözlerin.
Şirin sözlerin, sözlerin.
"Minarenin alemi
***
Kara kaşın kalemi
Sana güzel dedimse
Yak mı dedim âlemi"
mânisi ile Dede'nin şu şiirinin benzerliği dikkat çekicidir:
Senin aşkın elemi,
Yakıyor hep âlemi,
Yakar isen beni yak,
Yakma bütün âlemi.
Aman, aman sevdiğim,
Edâsına yandığım.
Yar sevende derd olmaz,
Yar sevmeyen merd olmaz,
Yar sözümü dinlemez,
Bundan büyük derd olmaz.
Aman, aman sevdiğim,
Edâsına yandığım.
***
Aşık olalı sen yâre gönül,
Yanmakta yürek, pür yâre gönül,
Tek etme fedâ sen bu kulunu,
Râzı oluyor âzâre gönül.
Uslanmayacak hiç çaresi yok.
Divâne gönül, biçâre gönül.
Aşk âteşine yaktı özümü,
Bilmemki nice tutmaz sözünü,
Ağlar göricek gül ruhlarını,
Tâciz ediyor iki gözümü.
Uslanmayacak hiç çâresi yok;
Divâne gönül, biçâre gönül.
Bin türlü sitem, bin türlü melâl,
Görmüşse dahi terbiye muhâl,
Gerçi bilirim ettiklerini,
Sen bakma yine ey ruhları al.
Uslanmayacak hiç çâresi yok;
Divâne gönül, biçâre gönül.

ŞARKI
Ben seni sevdim seveli kaynayıb coştum,
Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım,
Mecnûn-i sergerdan olub dağlara düştüm,
Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım.
Sor güle bülbül ne çeker hârın elinden,
Bir dahi gül koklamayım nâdan elinden,
Nerede mesken tutayım dilber elinden?
Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım.
Ben seni sevdim seveli döndüm deliye,
Huyunu benzettim hele hûri, meleğe,
Gönlümü vermiştim sana geri almaya,
Aklımı yağmaya verib fikrimi şaştım.
Bu söyleyişlerdeki halk şiirine yaklaşış, kullanılan Türkçe'nin sadeliği ve samimiliği Dede gibi bir musiki ustası için çok önemlidir .Uzaktan uzağa bir Mustafa Çavuş şiirinin kokusu seziliyor .Bu tür şiirlerinden başka, Divan şiiri biçiminde âşıkane ve Farsça şiirleri de vardır .

ESERLERi
A -Dini Mûsıkî Eserleri:
Dindışı Mûsıkî eserleri ile dini Mûsıkî eserleri karşılaştırılırsa, her iki türün özelliklerini hakkiyle kavramış olduğu mistik duyuş ve heyecanı dindışı eserlerine yansıtmadığı görülür . Sadeddin Nüzhet Ergun bunlardan bir tanesi için, suzidil makamında bir bestesini dinleyen Sultan 11. Mahmud'un ilâhiye benziyor demesi üzerine aynı eseri ilâhi şeklinde yeniden bestelediğini söylüyor .73 Dede Efendi bir ömür tükettigi mevlevihânenin mistik atmosferi içinde, havayı teneffüs ede ede yetiştiğinden ve kendinden önce yaşamış olan bestekârların dini eserlerini en doğru şekilde bildiğinden bestelerinde harikalar yaratmasını bilmiştir .Dini Mûsıkîmizi Ali Nutki Dede ile Abdülbaki Nasır Dede'den öğrenmiş olması bile onun bu yoldaki sanatı hakkında yeterli kanıyı verir .
Dede Efendi, dini Mûsıkîmizin en büyük beste formlarından biri olan Mevlevi Ayinlerinden yedi tane besteledi. Ali Nutki Dede'ye ait olduğu bilinen şevk-u tarab makamındaki âyinin Dede Efendi'ye ait oldugu hakkında kuşkular vardır Bestenigâr makamındaki âyininden söz ederken yedi âyininin olduğunu söylemesi Ali Nutki Dede'nin başka bir Mûsıkî eseri bestelememiş olması bu kuşkuyu güçlendirecek mahiyette olduğu ileri sürülüyor.Dini eserlerinin bilinenlerinin sayısı elli kadardır:

1 -Saba Ayin: ilk kez 1823 (17 Cemâziyelâhır 1239) Yenikapı Mevlevihânesi'nde okundu.

2 -Nevâ Ayin: Dede Efendi'nin bestelediği ikinci âyindir. 17 Nisan 1824 (17 Şaban 1239) tarihinde icrâ edildi.

3 -Bestenigâr Ayin: Bu âyin 1. Selâm, 3. Selâm ve ''Hezar âferin''e kadar bestelenmiş, buna saba makamındaki âyininin 2. Selâm'ı eklenmiştir .ilk kez 1832'de Yenikapı Mevlevihânesi'nde okundu.

4 -Saba-Bûselik Ayin: ilk okunuş tarihi 14 Kasım 1833'tür .Ayini 1. Selâm olarak besteleyen Dede Efendi, buna neva makamındaki âyininin 2., 3., 4. Selâm'larını eklemiştir.


H. İsmâil Dede'nin kendi el yazısı ile Hüzzam Âyin'den bir nüsha. (M. Mardakçı arşivinden)

5 -Hüzzam Ayin: Önce 1. Selâm olarak bestelenmiş, bu selâm'ın sonuna saba makamındaki âyininin diğer selâm'ları eklenmiştir .ilk okunuş tarihi 1830'dur .Daha sonra Dede Efendi bütün selâm'ları aynı makamdan besteleyerek eseri tamamlamıştır .

6 -Isfahan Ayin: ilk kez 1836'da (25 Ramazan 1252) okundu. Bir selâm olarak bestelenmiştir .Bundan sonrasında ya saba ya da dügâh âyinin 2. Selâm'ından sonrası okunurdu.

7 -Ferahfeza Ayin: Bu âyini Sultan 11. Mahmud'un istegi üzerine bestelemiştir. Dede Efendi bu eserini beğenmediğini, sipariş üzerine bestelemek zorunda kaldığından yakınırmış. Ayinin ilk icrâ tarihi 3 Nisan 1839'dur (18 Muharrem 1255).

Bu son âyinin okunacağı tarih daha önceden Padişaha haber verilmiş, o gece Yenikapı Mevlevihânesi ağzına kadar dolmuştu. Herkes heyecanla padişahı beklerken, saraydan gelen bir görevli hastalığı nedeni ile padişahın gelmesinin kuşkulu olduğunu bildirdi. Bulunanların neşesi kaçmakla birlikte semahâneye girildi.Na't okunduğu sırada padişah dergâha gelmişti. Yeniden neşelenen heyet âyini coşkun bir şekilde icra etti.Mukabele'nin sonunda 11. Mahmud Dede'yi ''Mahfil''e çağırtarak, ''-Hasta idim, gelemeyecektim... İyi etmişim...Adeta iyileştim'' gibi sözler söyleyerek ''ihsanlarda'' bulunmuştu.

Diğer dini eserlerden ilâhi, savt, durak ve tevşih'ler bestelemiştir .Yalnız savt'larının sayısı yirmiyi bulur .Özellikle ilâhileri çok sanatlıdır.Son dini eserinin, sözleri Yunus Emre'ye ait olan, hac yolculuğu sırasında bestelediği, ''Yürük değirmenler gibi dönerler'' güfteli ilâhisi olduğu ileri sürülüyor .

B -Saz Eserleri:

Bilinenleri peşrev ve saz semâisi olmak üzere üç eserden ibarettir .

C -Dindışı Eserleri:
Kâr , kâr-ı nâtık, beste, ağır semâi, yürük semâi, şarkı, türkü, köçekçe olmak üzere beş yüzden çok eser bestelediği halde, bunlardan iki yüz seksen kadarı biliniyor .''Dede'nin rast makamında bestelediği kâr-ı nâtık elimizde bulunanların en güzellerindendir. Makamlar şunlardır: rast, rehavi, nikriz, pençgâh, mahûr,neva, uşşak, bayati, nişâburek, nihavend, nühüft, saba, dügâh, hüseyni, hisar, muhayyer, bûselik, hicaz,şehnaz, rahatülervah, bestenigâr, ırak, evc ve sonunda daha hareketli bir tempo içinde yine rast makamı.
Eser yirmi üç makam ve bu makamların melodik özelliklerini gösterir. Bu kâr-ı nâtık başından sonuna kadar semâ denen üçlü ritimle bestelenmiş ve her makamın melodik karakteri dörder ölçülük tek cümle, bazıları sekizer ölçülük çift mûsiki desenleriyle ifâde edilmiştir.''

ÖĞRENCİLERİ

Dede Efendi'nin başlıca öğrencileri şu ünlü mûsikişinaslardır: Eyublu Mehmed Bey , Mutaf-zâde Hacı Ahmed Efendi, Yaglıkçı-zade Bursalı Ahmed Efendi, Vahib Efendi, Çilingir-zade Ahmed Aga, Halim Bey, Dellâl-zade İsmail Efendi, Hoca Zekâi Dede Efendi, Nikogos Ağa, Azmi Dede, Hâfız Hamdi Bey, Yeniköylü Hasan Efendi, v.b.



Rûhu Şâd Olsun..........



İsmail Dede Efendi'nin Eserleri
Makam Tur Sarki Usul
Acem Ağır Semai Mecliste yine kaamet–ı canana sarılsam Aksak Semai
Acem Aşiran Ağır Semai Ey lebleri gonca yüzü gül serv–ı bülendim Ağır Sengin Semai
Acem Aşiran Şarkı Lutfeyle meded rahmeyle şeha Aksak
Acem Aşiran Beste Meşam–ı hatıra buy–ı gül–ı safa bulagör Zencir
Acem Aşiran Yürük Semai Ne heva–yı bağ–ı sazed ne kenar–ı kişt–ı mara Yürük Semai
Acem Aşiran Şarkı Oldu gönül üftade Aksak
Acem Kürdi Şarkı Bir güzele bende gönül Yürük Semai
Acem Kürdi Beste Ruz–u şeb bu cihan–içre eyledikçe geşt–u güz Muhammes
Araban–Buselik Ağır Semai Sevdim seni yosma fidan Aksak Semai
Araban–Kürdi Kâr Gonca–ı ikbal handid vü dem– devlet resid Hafif
Arazbar İlahi Ben yürürüm yane yane Düyek
Arazbar Yürük Semai Derdim bana kar eyledi dermana el elmez Yürük Semai
Arazbar İlahi Ey aşık–ı dil–dade Düyek
Arazbar Beste Ol peri–veş kim melahat mülkünün sultanıdı Muhammes
Arazbar Beste Sarhoş olurum lal–ı leb–ı yar görünse Remel
Arazbar Ağır Semai Vad etmiş idin ey gül–ı ter vakt–ı şitada Ağır Aksak Semai
Arazbar Şarkı Yine bahar çayır çemen üstüne Aksak
Bayati Şarkı Ağlatma beni incitme aman Ağır Aksak Semai
Bayati Şarkı Bir bi–bedel şuh–ı cihan Düyek
Bayati Beste Bir gonca femin yaresi vardır ciğerimde Ağır Hafif
Bayati Şarkı Dilberi sazın nevası Düyek
Bayati Şarkı Ey gamzesi fettan hemi gisusuna didem Ağır Aksak
Bayati Şarkı Gel derim gelmez yanıma Aksak
Bayati Şarkı Her dem edip meyl–ı cefa Ağır Düyek
Bayati Şarkı Karşıdan yar güle güle Aksak
Bayati Şarkı Mübtelayım ey gül–ı rana sana Aksak
Bayati Şarkı Nice bir aşkınla feryad edeyim ** Ağır Aksak
Bayati Ağır Semai Söylen ol afete dünyayı harab eylemesin Aksak Semai
Bayati İlahi Yandıklarım şam–u seher Düyek
Bayati Araban Şarkı Aklın alır aşıkların deli eyler Aksak
Bayati Araban Şarkı Arz–ı halim benim lutf–u dilbere kalsın Ağır Düyek
Bayati Araban Şarkı Canımı aşka salmışım bahr–ı cefaya dalmışı Yürük Semai
Bayati Araban Şarkı Sevdim seni yosma fidanım Curcuna
Beste–Isfahan Şarkı Bir bülbül–i bağım ki ne zir–u ne bemim var Ağır Aksak
Beste–Isfahan Şarkı Gülistan–ı ruhun seyr etmeye uşşak özenmiş Curcuna
Bestenigar İlahi A sultanım sen var iken ya ben kime yalvarayım Düyek
Bestenigar Şarkı Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum Curcuna
Bestenigar Peşrev Bestenigar Peşrev Devr–i Kebir
Bestenigar Beste Dil oldu şimdi meftun bir afet–ı zamane Lenk Fahte
Bestenigar Beste Erişti mevsim–ı gül seyr–ı gülsitan edelim Zencir
Bestenigar Ayin Ey kıble–ı ikbali cihan haki deret Değişmeli
Bestenigar Şarkı Hayli demdir bağlanıp kaldık şitada zar ile Ağır Aksak
Bestenigar Yürük Semai Kurban–ı tü zülf–ı anber–efşan–ı tü Yürük Semai
Bestenigar Ağır Semai Men bende şodem bende şodem bende şodem Ağır Aksak Semai
Bestenigar Beste Meşam–ı hatıra buy–ı gül–ı safa bulagör Zencir
Bestenigar İlahi Olmayacak senden ata kul neylesin Rabbena Düyek
Bestenigar Şarkı Pek naziktir ince belin Aksak
Bestenigar İlahi Ya İlahi cümle sensin cümle sen Düyek
Bestenigar Tevşih Ya rahmeten lil–Hakk ya Resul Düyek
Bûselik Yürük Semai Dehr olmada bu sur ile mamur–ı meserret Yürük Semai
Bûselik Şarkı Eda ile revişlerin Türk Aksağı
Bûselik Beste Olduk yine bu şevk ile mesrur–ı meserret Remel
Bûselik Kâr Sur–ı şahi eyledi alam–ı tayy Hafif
Bûselik Şarkı Zülfündedir benim baht–ı siyahım Ağır Aksak Semai
Çargah Şarkı Bak perime pür–küşa–yı itila Ağır Aksak
Dügah Peşrev Dügah Peşrev Devr–i Kebir
Dügah İlahi Gel ey salik diyem bir söz ki haktır Düyek
Dügah Şarkı Neyle zabtetsem dil–ı divanemi Ağır Aksak
Evc İlahi Benim Mecnun–sıfat Leyla'sı aşkın Düyek
Evc Şarkı Bülbül–asa ruz–u şeb karım neva Ağır Aksak
Evc Şarkı Ebrulerinin zahmı nihandır ciğerimde Ağır Aksak
Evc Şarkı Geçen hafta kayıkla ben geçerken Evfer
Evc Şarkı Sevdim bir gonca–ı rana Aksak
Evc Şarkı Söyleyin ol nev–civan Aksak
Evc Şarkı Suz–ı firkat sinemi dağlar benim Ağır Aksak
Evc–Bûselik Beste Ağlar inler payine yüzler sürer gönlüm Ağır Çenber
Evc–Bûselik Beste Ayb eder hal–ı dil–ı aşüfte–samanım gören Muhammes
Evc–Bûselik Ağır Semai Koy açılayım bilsin her razımı cananım Sengin Semai
Evc–Bûselik Yürük Semai Sakıya mest–ı müdam eylesen olmaz mı beni Yürük Semai
Evc–Maye Şarkı Bir gemim var deryalarda paslanır Düyek
Evcara Şarkı Bir letafetli hava kim bu şeb ey mahlika Devr–i Revan
Evcara Şarkı Gel ey güzeller serveri Aksak
Evcara Şarkı Hüsnüne mail gönlüm ezelden Aksak Semai
Ferahfeza Ağır Semai Bir dilber–ı nadide bir kamet–ı müstesna Sengin Semai
Ferahfeza Şarkı Bir verd–i rana etdim temaşa Semai
Ferahfeza Ayin Bişnev ez ney çün şikayet mikuned Değişmeli
Ferahfeza Yürük Semai Bu gece ben yine bülbülleri hamuş ettim Yürük Semai
Ferahfeza Şarkı Bülbül–ı hoş neva Semai
Ferahfeza Şarkı El benim çün seni sarmış biliyor Ağır Aksak
Ferahfeza Beste Ey kaşı keman tir–i müjen canıma geçti Firengi Fer
Ferahfeza Kâr Kasr–ı cennet havz–ı kevser ab–ı hay Muhammes
Ferahfeza İlahi Şuride vü şeyda kılan Düyek
Ferahnak Şarkı Beğendim seni geçmem asla ben Düyek
Ferahnak Şarkı Ben mübtela olsam sana Aksak
Ferahnak Ağır Semai Dil–ı biçareyi mecruh eden tiğ–ı nigehindir Aksak Semai
Ferahnak Savt Durman yanalım ateş–i aşka
Ferahnak Şarkı Ey şuh–ı cihan sevdi seni can ** Aksak
Ferahnak Beste Figan eder yine bülbül bahar görmüştür Zencir
Ferahnak Şarkı Senin–çün ey şeh–ı huban Ağır Düyek
Gerdaniye Şarkı Bir dilberi sevip bilmezem noldum Düyek
Gülizâr Köçekçe Bi–vefa bir çeşm–ı bi–dad Aksak
Gülizâr Köçekçe Nazlı nazlı sekip gider Çifte Sofyan
Gülizâr Şarkı Reha bulmadım zülfün telinden Ağır Düyek
Gülizâr Köçekçe Sular gibi çağladığım Aksak
Gülizâr Köçekçe Sular gibi çağlarım ben Aksak
Hicaz Şarkı Aşkınla ben ey nazenin Düyek
Hicaz Köçekçe Baharın zamanı geldi a canım Aksak
Hicaz Şarkı Ben bilmedim bana noldu Ağır Düyek
Hicaz Şarkı Çokdur gönülde dağ–ı melalim Ağır Düyek
Hicaz Ağır Semai Etmezem ikrar–ı aşkı saklarım canım gibi Aksak Semai
Hicaz Beste Ey çeşm–i ahu hicr ile tenhalara saldın beni Ağır Düyek
Hicaz İlahi Gelin gidelim Allah yoluna Düyek
Hicaz Peşrev Hicaz Peşrev Devr–i Kebir
Hicaz Şarkı Mah yüzüne aşıkanım Aksak
Hicaz Beste Ol mahtabı aceb gösterir mi bana felek Zencir
Hicaz Şarkı Seyr–ı gülşen edelim ey şivekar Ağır Düyek
Hicaz Yürük Semai Yine neşe–ı muhabbet dil–u canım etdi şeyda Yürük Semai
Hicaz Şarkı Yine noldu sana nevres–fidanım Aksak
Hicaz Köçekçe Yine yeşillendi dağlar çemeni Aksak
Hicaz–Buselik Yürük Semai Açıl açıl gel efendim cihan bahar olsun Yürük Semai
Hicaz–Buselik Ağır Semai Bir afetin aşkıyle gönül eyledi ülfet Ağır Aksak Semai
Hicaz–Buselik Beste Bülbül gibi feryad–ı figanım seheridir Ağır Remel
Hicaz–Buselik Beste Cana beni aşkın ile ferzane eden sensin Lenk Fahte
Hicaz–Buselik Şarkı Ey mürüvvet madeni kan–ı kerem Devr–i Hindi
Hisâr Şarkı A canım kaanıma girdin Aksak
Hisâr Tevşih Ey risalet bustanında hıraman serv–kad Nim Evsat
Hisâr Beste Gönül ol gonca–femin bülbül–ı aşüftesidir Çenber
Hisâr Yürük Semai Hava güzel yine gülşende gösteriş günüdür Yürük Semai
Hisâr–Bûselik Ağır Semai Ey hüma–yı padişahi ber–ser–ı bala–yi tü Sengin Semai
Hisâr–Bûselik Beste Her sözün uşşak ihsan her kelamın lutf–ı tam Muhammes
Hisâr–Bûselik Şarkı Hüsnün gibi ey bi–vefa Düyek
Hisâr–Bûselik Kârçe Ruy–ı tu cam–ı tarab–ı gülgun bad Devr–i Revan
Hisâr–Bûselik Yürük Semai Yine bezm–ı iyş–ı vuslat dil–ı bi–karare düştü Yürük Semai
Hümayun Köçekçe Bir sevda geldi başıma Aksak
Hümayun Şarkı Tırmana tırmana çıktım yapıdan Aksak
Hüseyni Peşrev Hüseyni Peşrev Devr–i Kebir
Hüseyni Tevşih Nur–ı Fahr–ı Alem'e bir zerre olmaz aftab Yürük Semai
Hüzzam İlahi Bağrımdaki biten başlar Düyek
Hüzzam Şarkı Bir dil düştü sana yarim ah bu dem Düyek
Hüzzam Şarkı Bir güzel aldattı beni Aksak
Hüzzam Şarkı Bir nevcivanın hüsn–ı cemali Türk Aksağı
Hüzzam Şarkı Derdim dermanı sensin ey peri Ağır Aksak
Hüzzam Şarkı Ey gül–ı bağ–ı eda Aksak
Hüzzam İlahi Ey sufi–ı ehl–ı safa ez–can be–ku Allah hu Devr–i Revan
Hüzzam İlahi Eya alemlerin şahı tecelli kıl teselli kıl Muhammes
Hüzzam Beste Gören fütade olur hüsn–ı bibahnesine Zencir
Hüzzam Şarkı Halimi bir kerre takrir eylesem sultanıma Ağır Düyek
Hüzzam Ayin Mahest–ü nemi danem hurşid–ı ruhat yane Değişmeli
Hüzzam Yürük Semai Reh–ı aşkında edip kaddimi kütah gönül Yürük Semai
Irak İlahi Aşkınla yandır sultanım Allah Düyek
Irak Beste Bir ah ile ol gonca feme halin ayan et Remel
Irak Yürük Semai Hasretle tamam nale döndüm sensiz Yürük Semai
Irak Beste Her zaman piş–ı nigahımda hüveydasın sen Devr–i Kebir
Irak Şarkı Hüsnün gibi ey bi–vefa Düyek
Irak Şarkı Netdim sana ben bi–vefa zalim Aksak
Irak Ağır Semai Nice bir ağlayalım aşk ile her gah meded Aksak Semai
Isfahan Yürük Semai Ah eylediğim serv–ı hıramanın içündür Yürük Semai
Isfahan Şarkı Aşık olalı sen yare gönül Aksak
Isfahan Ağır Semai Ya rab kime feryad edeyim yarin elinden Ağır Aksak Semai
Isfahan İlahi Yandım yakıldım ben nar–ı aşka Düyek
Karcığar Köçekçe Benli'yi aldım kaçaktan Aksak
Karcığar Şarkı Gel açıl gül aslı ne durduğunun Devr–i Hindi
Karcığar Köçekçe Gel derim gelmez yanıma Aksak
Karcığar Köçekçe Girdi gönül aşk yoluna Aksak
Karcığar Yürük Semai Göz gördü gönül sevdi seni ey yüz–u mahım Yürük Semai
Karcığar Köçekçe İki de turnam gelir allı kareli Aksak
Mahur Şarkı Bir gonca–fem etti zuhur Sofyan
Mahur Beste Ey gonca–dehen har–ı elem canıma geçti Hafif
Mahur Şarkı Gördüm bugün cananı dil Düyek
Mahur Şarkı Sana layık mı ey gülten çevirdin ruyini bend Aksak
Mahur Yürük Semai Yine zevrak–ı derunum kırılıp kenare düştü Yürük Semai
Mâye Şarkı Firkatin halim perişan etti gel Ağır Düyek
Mâye Beste Olmamak zülfün esiri dilbera mümkin değil Zencir
Mâye Ağır Semai Sermest–ı gamım bad–ı ciğerimden Ağır Aksak Semai
Mâye Şarkı Sünbüle karşı açıp perçemin ihsan eyle ** Ağır Aksak Semai
Muhayyer Şarkı Ben sana aşık değilim Yürük Semai
Muhayyer İlahi Deldi bağrım bülbül–ı bi–çare nalanın senin Nim Evsat
Muhayyer İlahi Düşeli bu aşkın canım evine Düyek
Muhayyer İlahi Ey derde derman isteyen yetmez mi derd der Düyek
Muhayyer Şarkı Sevdiceğim aşıkını ağlatır Yürük Semai
Muhayyer İlahi Toprakta yatacak teni Düyek
Muhayyer İlahi Ya Rabbi aşkın ver bana Düyek
Muhayyer İlahi Ya Rabbi nurun hakkı–çün Düyek
Muhayyer–Bûselik Beste Bir tarftan baht durmaz durmadan yüz dönd Hafif
Muhayyer–Sünbüle İlahi Düyek
Muhayyer–Sünbüle Yürük Semai Bağlandı gönül zülfüne divaneliğinden Yürük Semai
Müstear Şarkı Gönlümü bend etti ol mah Aksak
Nev'eser Yürük Semai Diyemem sine–ı berrakı semenden gibidir Yürük Semai
Nev'eser Beste Nasıl eda bilir ol dilber–ı fedayı görün Zencir
Nevâ Yürük Semai Ey gonca–dehen ah–ı seherden hazer eyle Yürük Semai
Nevâ Ağır Semai Ey gonca–i bağ–ı cihan vey zinet–i destar–ı can Ağır Aksak Semai
Nevâ Ayin Ey tecelligah–ı canem ruyi tu Değişmeli
Nevâ Şarkı Gül–zara salın mevsimidir geşt–u güzarın Ağır Aksak Semai
Nevâ Ağır Semai Hayli demdir bir gül–ı ruhsare oldum mübtel Aksak Semai
Nevâ Şarkı Müşkil oldu suzişim etmek nihan Aksak
Nevâ Beste Piyaleler ki o ruhsar–ı ale dür götürür Zencir
Nevâ Beste Zeyn eden bağ–ı cihanı gül müdür bülbül müdür Muhammes
Nihâvend–i Kebîr Yürük Semai Rencide sakın olma nigah eylediğimden Yürük Semai
Nişabur Durak Durak Evferi
Nişabur Yürük Semai Teşrifin ile alemi reşk–ı irem eyle Yürük Semai
Nişaburek Ağır Semai Gahi ki eder turrası damanını çide Aksak Semai
Nühüft Şarkı Bend oldu dil bir şuh–ı cihana Ağır Aksak
Nühüft Durak Benim Mansur–ı aşk hub dare geldim Durak Evferi
Nühüft Şarkı Ey serv–ı naz–ı nevresim Ağır Düyek
Nühüft Şarkı Kasdı o şuhun dil–ı azare mi Yürük Semai
Nühüft İlahi Ya İlahi canımın cananısın Düyek
Pençgâh İlahi Gül müdür bülbül müdür şol zar–u efgaan eyleyen Evsat
Pesendîde Yürük Semai Ey afet–ı can–ı aşık azar Yürük Semai
Pesendîde Beste Her ne dem aşkıyla deryalar gibi cuş olayım Darb–ı Fetih
Pesendîde Yürük Semai Ne gönül safaya mecbur ne esir–ı dilberdir Yürük Semai
Rahat'ül Ervâh İlahi Benim Mecnun–sıfat Leyla'sı aşkın Ağır Çenber
Rast İlahi Aşkınla cihan beste Sofyan
Rast İlahi Bilirsen ben de senin Allah'ım Düyek
Rast Şarkı Bu hüsn ile sen dilruba Sofyan
Rast Şarkı Dil bir güzele meyl etti hele Sengin Semai
Rast Şarkı Gördükçe ben ey meh–cemal Aksak
Rast Şarkı Görsem seni doyunca doyunca seni görsem Düyek
Rast Kâr–ı Nev Gözümde daim hayal–i cana Ağır Düyek
Rast İlahi Hakka aşık olanlar zikr'Ullahtan kaçar mı Sofyan
Rast Şarkı Mahmur güzel gaayet güzel Düyek
Rast Kâr–ı Natık Rast getirip fend ile seyretti Hümayı Yürük Semai
Rast Şarkı Sevdi gönlüm bir dilberi Aksak
Rast Şarkı Üftadenim ey bi–vefa Düyek
Rast Şarkı Yine ahlar etti peyda Düyek
Rast Şarkı Yine bir gül nihal aldı bu gönlümü Semai
Rast Şarkı Yüzündür cihanı münevver eden Yürük Semai
Rast–ı Cedîd Kâr Aşk–ı tü nihal–ı hayret amed Hafif
Rast–ı Cedîd Ağır Semai Ba–tü yek dem baht–ı bed hem–dem nemi sazed mera Sengin Semai
Rast–ı Cedîd Beste Navek–ı gamzen ki her dem bağrımı pür–hun Çenber
Rast–ı Cedîd Yürük Semai Oynar yürek terennüm–ı çeng–u çaaganeden Yürük Semai
Rehâvi İlahi Derviş olan kişinin sözleri umman olur Devr–i Hindi
Rehâvi Şarkı Ey bülend–ahter Şeh–ı sahib–kerem Düyek
Rehâvi Beste Ne edadır bu ne kaküldür bu Muhammes
Saba Köçekçe Bana gayrı karışma bir yar sevdim ezeli Aksak
Saba Ayin Bişnevid ez nale–ı banki rebab Değişmeli
Saba Köçekçe Gel güzelim gülistan–ı güle gel Aksak
Saba Yürük Semai Guş–etti nayı nalelerim agaaze başladı Yürük Semai
Saba Şarkı Guş eyle gel bülbülleri Ağır Düyek
Saba Beste Sünbüli sünbüli siyeh canem Muhammes
Sabâ–Bûselik Ayin Ateş nezened der dil–ı ma illa Hu Değişmeli
Sabâ–Bûselik Yürük Semai Göz gördü gönül sevdi seni ey yüz–u mahım Yürük Semai
Sabâ–Bûselik Beste O nahl–ı bağ–ı letafet aman aman geliyor Zencir
Sabâ–Bûselik Ağır Semai Reng–ı ruh–ı gülzarı tebah eyledi bülbül Ağır Sengin Semai
Sabâ–Bûselik Şarkı Sahbayı doldur sakıya Ağır Düyek
Sabâ–Bûselik Beste Yar ile ateş–mekan olsam da gülşendir bana Ağır Çenber
Segah İlahi Yürük değirmenler gibi dönerler Düyek
Sipihr Beste Gül yüzündür andelibe ah–u efgaan ettiren Çenber
Sultaniyegah Beste Can–ü dilimiz lutf–u keremkar ile mamur Hafif
Sultaniyegah Beste Misalini ne zemin–ü zaman görmüştür Zencir
Sultaniyegah Ağır Semai Nihan ettim seni sinemde ey mehpare canım Aksak Semai
Sultaniyegah Yürük Semai Şadeyledi can–u dilimi şah–ı cihanım Yürük Semai
Suz–i Dil Durak Ayağın tozunu sürme çekelden gözüme canı Durak Evferi
Suz–i Dil Şarkı Cana gönül verdim sana Aksak
Suz–i Dil İlahi Ey derde derman dermanım Allah Düyek
Suz–i Dil İlahi Ey gönül guş eyle aşıkların güftarını Düyek
Suz–i Dil Şarkı Ey padişahım şad ol efendim Aksak
Suzinak İlahi Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin Ağır Düyek
Suzinak Yürük Semai Cana firak–ı aşkın ile süznakinim Yürük Semai
Suzinak Beste Müştak–ı cemalin gece gündüz dil–ı şeyda Darbeyn
Suzinak Ağır Semai Nesin sen a güzel nesin Aksak Semai
Şedd–i Araban Şarkı Gözümden gönlümden hayali gitmez Düyek
Şehnaz Beste Açıldı lal–i izarın ciğerde dağ–ı derun Zencir
Şehnaz İlahi Beni bu nefsim eyledi hayran Düyek
Şehnaz Şarkı Ey verd–ı rana şuh–ı melek–veş Aksak Semai
Şehnaz Şarkı Gönül durmaz su gibi çağlar Aksak
Şehnaz İlahi Kerim–Allah Rahim–Allah Düyek
Şehnaz Beste Ne dehendir bu ne kaküldür bu sevdiğim Muhammes
Şehnaz Şarkı Sana ey canımın canı efendim Ağır Düyek
Şehnaz Yürük Semai Sevdi bu gönül seni yaman eylemedi Yürük Semai
Şehnaz İlahi Yürük değirmenler gibi dönerler Evsat
Şehnaz–Buselik Şarkı Ben mübtela olsam sana Aksak
Şehnaz–Buselik Beste Mushaf demek hatadır ser safha–ı hayale Lenk Fahte
Şehnaz–Buselik Beste Nevruza erdin ey gönül Lenk Fahte
Şehnaz–Buselik Şarkı Setr edenler hüsn–u anın Aksak
Şevk–Efza Beste Ermesin el o şehin şevket–i valalarına Ağır Çenber
Şevk–Efza Şarkı Oldu gönül fütade Yürük Semai
Şevk–Efza Yürük Semai Ser–ı zülf–ı anberinin yüzüne nikab edersin Yürük Semai
Şevk–Efza Şarkı Sur–ı adlinle cihan oldu şeha Aksak
Şevk–u Tarab Ayin Ey hasret–ı huban–ı cihan ruyi hoşest Değişmeli
Şevk–u Tarab Peşrev Şevk–u Tarab Peşrev Devr–i Kebir
Tahir Şarkı Bir dilbere kul oldum Sofyan
Tahir–Buselik Ağır Semai Söylen ol yare benim çeşmimi pür–ab etmesi Ağır Aksak Semai
Tarz–ı Cedîd Ağır Semai Ben bendesiyem bendesiyem bendesiyem Aksak Semai
Tarz–ı Cedîd Yürük Semai Hak–ı kademin çeşmimize ayn–ı ciladır Yürük Semai
Tarz–ı Cedîd Beste İltifatınla gönül şad olduğu demdir bu dem Çenber
Uşşak Şarkı Ağlatırlar güldürürler Aksak
Uşşak Şarkı Aman felek ömrüm felek Aksak
Uşşak Tevşih Bir ismi Mustafa bir ismi Ahmed Evsat
Uşşak Beste Dil nale eder bülbül–ı şeyda revişinde Ağır Darb–ı Fetih
Uşşak Şarkı Döküp kaküllerin ruhsara karşı Ağır Devr–i Hindi
Uşşak Şarkı Pür ateşim açtırma sakın ağzımı zinhar Ağır Aksak Semai
Uzzal Şarkı Ey büt–ı nev–eda Yürük Semai
Uzzal İlahi Eya alemlerin şahı tecelli kıl teselli kıl Düyek
Uzzal Şarkı Şu karşıki dağda bir yeşil çadır Aksak