13 Şubat 2008 Çarşamba

MUSİKİ MEŞKİ


“ Mûsikî, ahlâk-ı beşeri tasfiye eden bir ilm-i şerîftir.”
Hammamizade İsmail Dede Efendi (1778-1846)


Arapça bir kelime olan meşk, Klasik Türk İslam Sanatlarında bir hocanın talebeye, taklid ederek öğrenmesi için verdiği ders ve örnekler hakkında kullanıldığı gibi meşk etmek şeklinde öğretmek ve öğrenmek için yapılan dersi ve alıştırmayı, birlikte çalışmayı içine almakta olup meşk vermek “ders vermek” meşk almak ise “ders almak” manasına gelmektedir.

Musiki Meşki: Türk mûsikisinde meşk, hoca ve talebesinin birlikte çalışmaları suretiyle sözlü eserler ve saz eserleri repertuvarının yüzyıllar boyu nesilden nesile intikalini sağlamış bir eğitim ve öğretim yöntemidir. XIX. Asrın ilk çeyreğine kadar Türk mûsikisi öğretimi tamamen bu sisteme dayalı olarak devam etmiş daha sonraları Batı etkisiyle kurulan konservatuvar ve benzeri mûsiki kurumlarında da meşk kısmen uygulanmış olup günümüzde de belirli ölçülerde sürmektedir.


Meşk metodunun en büyük faydası talabenin bir eseri, bir çalgıyı her hangi bir mûsiki tekniğini ve icrasını hocasının tarz ve üslubuyla öğrenerek “tavır” denen o ekolü devam ettirmesi olmuştur. “Eser geçme” tabirinin de kullanıldığı meşkte mûsiki eserleri hoca tarafından seslendirilir, talebeye usülü ile birlikte bölüm bölüm veya bütünüyle defalarca tekrar edilerek ezberletilirdi. Burada ise notadan öğrenilmesi söz konusu olmadığından hafızanın çok önemli rolü bulunuyordu. Ayrıca eserlerin usül vurularak öğretilmesi usulün öğrenilmesi yanında meşki kolaylaştıran ve sağlamlaştıran bir tekniktir.


Bir sözlü mûsiki eserinin meşki şu şekilde yürütülürdü: önce geçilecek eserin güftesi talebeye yazırılır, üzerinde gerektiği kadar durularak doğru telaffuzu ve manasının anlaşılması sağlanırdı. Parçanın usulü eser icra edilmeden önce birkaç defa vurulurken talebe de buna katılır, böylece parçanın ritmi yerleşmiş olurdu. Ardından usul eşliğinde eser hoca tarafından okunup talebeye tekrar ettirelerek kısım kısım meşk edilir, belirli bir başarı sağlanınca bir bütün halinde talebenin hafızasına yerleştirilinceye kadar defalarca okutturulurdu. Parçanın bu ilk meşkinden sonra öğrenciye eseri gelecek derse kadar tekrar etmemesi tembih edilirdi. Bu uygulamada talebenin kendi başına esere ilave yapmasını ve besteyi bozmasını önlemek için gereklii ve önemlidir. Bir hafta sonraki derste eser üzerinde talebenin yanlışları veya bazı tereddütleri varsa bunlar giderilinceye kadar eser tekrar ettirilerek meşk tamamlanırdı.

Mûsikişinaslar meşke kabul edecekleri talebelerde mûsiki kabiliyeti yanında ses güzelliği, iyi bir mûsiki kulağıyla ritim duygusu ararlardı. Mehmet Esad Efendi Atrabü’l-Asar adlı eserinde XVII. Yüzyılın bestekâr, hanende ve mûsiki hocası Na’ne Ahmed Çelebi’den söz ederken onun talebe seçimine çok önem verdiğini ve mûsikinin inceliklerine vâkıf olmayanları meşklerine kabul etmediğini anlatır. İbnü’l Emin Mahmud Kemal’de Hoş Sada’da Hacı Arif Bey’in herhangi bir eseri öğrencisine en faza on beş defa tekrar ettiğini, sonuç alamadığında ise artık kendisi ile megul olamayacağını söylediğini ifade eder.

Meşk süresi talebenin yeteneği ile ilgili ise de bu uygulama sabır gerektiren zahmetli bir iş olduğundan genellikle uzun sürerdi. Meşke başlamada belli bir yaş söz konusu değildi. Çok küçük yaşta başlatılan meşkler yanında ileri yaşlarda da bu usül kullanılmıştı. Sadece hoca ve talebenin karşılıklı çalışmaları dışında bir çok talebenin katılımıyla sürdürülen toplu meşkler de vardı.


Meşk aldığı üstadın veya onun hocasının meşhur üstatlardan olması meşk alan kimsenin mûsikişinaslar arasındaki itibarında etkin rolü vardı. Nitekim Mehmed Suphi Ezgi’nin tambur hocası Kozyatağı’ndaki Rıfâi Tekkesi şeyhi Halim Efendi, onun hocası da Kuyumcu Oskiyam olup Oskiyam’ın hocasının III. Selim’e tambur öğreten Tamburi İzak olduğu göz önüne alınırsa Suphi Ezgi’nin İzak’a kadar uzanan klasik tambur tavrının bir temsilcisi sıfatıyla önemi daha iyi anlaşılır.


Kaynaklarda meşk sisteminin başlangıcıyla ilgili kesin bilgilere rastlamak mümkün değildir. Osmanlı toplumunda mûsiki öğretiminin başta saray olmak üzere ev, konak, cami, tekke ve kahvehane gibi mekanlarda yapıldığı bilinmektedir. Sarayda mûsiki eğitimi ve öğretimi için XVI. Yüzyılda özel odalar tahsis edilmişti. IV. Murad döneminde 1636 yılında bu faaliyet Seferli Koğuşu’na nakledilmiştir. Mûsiki eğitiminin saray içinde görevli mûsikişinaslar tarafından verilmesi esas olmakla beraber saray dışından mûsiki hocası getirilerek de meşk yapılmıştır. Ayrıca Harem-i Hümâyun’daki câriyelerin saray içinde ve dışında özel hocalardan meşk aldıkları bilinmektedir. 1635’te sarayda mûsiki öğrenmeye başlayan Evliya Çelebi, burada mûsiki öğretiminin yapıldığı ve fasılların geçildiği bir meşkhâneden bahseder (Seyehatname, I, 245). Ayrıca Ali Ufkî Bey, saray meşkhanesini ve orada geçen hayatı anlatırken bütün güç açık bulundurulan meşkhanede üstatlarla talebelerin öğleden sonra bazen sazlarla, bazen de çalgısız meşk ettiklerini söyler. (alıntı için bk. Behar, Ali Ufkî ve Mezmurlar, s. 44-46) Antoine Galland, 1672 yılına ait hâtıralarında İstanbul’da Eminönü’ndeki Yenicami’de hoca ile talebe arasında cereyan eden bir ilahi meşkinden söz ederken Türkler’in mûsiki öğretimini nazariyat ve nota ile değil hafıza ile ve üstadın ağzından yaptıkları anlatılmıştır. (İstanbul’a Ait Günlük Anılar, I, 79)

Tekkelerde ve özellikle Mevlevî dergâhlarında öncelikle dini musiki ve onun yanında her türlü mûsiki meşki yapılır, hatta saz icrası öğretilirdi. Yüzyıllar boyu adeta bir konservatuvar görevi yapmış olan mevlevihaneler, özellikle XVII. Yüzyılın başından itibaren bu fonksiyonlarını daha sistemli şekilde devam ettirmişlerdir. Buralarda mûsiki yanında semâ meşki de yapılarak semâzen yetiştirilmiştir.

Mûsiki meşklerinin yapıldığı mekanlar arasında bazı kahvehanelerin de bulunduğu bilinmektedir. İbnülemin Mahmud Kemal Hoş Sadâ’da Hâfız Kemal, Hâfız Sâmi, Ahmet Avni Konul ve Lemi Atlı gibi mûsikişinasların hocası, XIX. Yüzyılın zâkir ve bestekarlarından hanende Hacı Kirâmi Efendi’nin Taşkasap semtindeki bir kahvehanede düzenli biçimde talebelerine mûsiki meşkettiğinden bahseder.



Gezindim saz-ı hicranımla binbir perde üstünde
Şu aheng-i hayatın darbını taksime yeltendim.
Neyzen Tevfik Kolaylı (1879-1953)



XIX. Yüzyılın sonlarına kadar mûsiki meşklerinden genellikle bir ücret alınmadığı kayanklardaki bilgilerden anlaşılmaktadır. Ancak sarayda yapılan meşkler için hocalara belirli bir ücret verildiği, konaklarda sürdürülen benzer faaliyetlerin karşılığı olarak da sanatkarlara ödeme yapıldığı bilinmektedir. Son dönemlerde geçim sıkıntısı çeken bazı musikişinasların da para karşılığı ders verdikleri kaydedilmektedir.

Birçok faydası yanında nota yazısının umumiyetle kullanılmadığı, repertuvarın ağızdan ağıza nakledildiği meşk ortamında eserlerin aktarıla aktarıla az ya da çok bazı değişikliklere uğrayabileceği ve bunun neticesinde aynı eserinin birkaç versiyonunun ortaya çıkabileceğinin göz ardı edilmemesi gerekir. Buna rağmen Osmanlı döneminin sonunda ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan özel mûsiki cemiyetlerinde (mektep) ve ardından geniş anlamda bir konservatuvar niteliğini alan Dârülelhan’da da meşk sistemi devam ettirilmiştir.

Hiç yorum yok: