7 Şubat 2008 Perşembe

Besteyi Allah yaptırır nota değil

Sami Savni Özer
Besteyi Allah yaptırır nota değil


2002’de Hû albümüyle ilahileri Rumelihisarı’na kadar taşıyan Sami Özer: “İnsanların rüyalarında Peygamberimiz’e ilahi okumuşum. Ötesi var mı?”

Türk tasavvuf müziğinin kitlesel bir kimlik kazanması hususunda atılan en önemli adımlardan biri 2002 yılında çıkan Hû albümüydü. Tasavvuf müziğinin önde gelen ismi Sami Özer bu albümde ilahileri, daha Batılı bir müzikal formasyonun içine sokarak, her kesimin dinleyeceği bir renge büründürmüş, bir adım daha atarak Rumelihisarı’nı ilk kez tasavvuf eserleriyle tanıştırmıştı. Müzikle ilgili olan birçok insan Sami Özer’i, Mazhar Alason ve Cem Yılmaz’ın başrollerini oynadıkları ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ filminin soundtrack’inde vokal yaptığı ‘Bu Ne Biçim Hikâye Böyle’ ve ‘Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim’ şarkılarından hatırlayacaktır. MFÖ ile 1990’ların başında çalışmaya başlayan Sami Özer, o yıllarda solo albümlerini de sunmaya başladı. En son Fahir Atakoğlu’nun ‘Beyza’nın Kadınları’ filminin soundtrack’inde ‘Aman’ adlı gazeli okuyan ve büyük beğeni toplayan Özer, Beykoz’un gözlerden uzak köylerinden Dereseki’deki evinde ağırladı bizleri.

Kırklar Sultan Türbesi’nin yanıbaşında kendi deyimiyle ‘kuş kafesi’ gibi evinin hikâyesini, “Ev yapmaya param yetmez diye düşünürken, Ey Allahım 2-3 albümleriyle, bismillah deyip kolları sıvadık. 1994’te başladık, beş sene sonra bitirdik.” diye anlatıyor. Özer, gözlerden uzak, Yakındoğu dilleri uzmanı Lübnan asıllı eşi Prof. Yumna Hanım ile mutlu bir hayat geçiriyor.

-İsminizin sözlükte karşıladığı anlam ‘işiten, duyan.’ Ne ilginç ki isminizle müsemma müzik kulağınız küçük yaşta fark edilmiş. Bu fark ediliş ve yola çıkış nasıl oldu?

Bunu daha önce Ali Ulvi Kurucu Bey de söylemişti, “Sami olmak kolay değil.” diye. İlkokul öğretmenim çok güzel şarkı söylediğimi fark edip, 5. sınıfa kadar beni şarkı söyleterek geçirmişti. Her sınava girdiğimde ‘Kınalı Keklik’i söylerdim. Paşabahçe Tepeüstü Camii’inde çok güzel sesli bir hoca vardı. Onun ezanı, 9 yaşımda beni celbetti. Ben de onunla okumaya başladım bağıra bağıra. Vakit gelmeden okuduğum için bilgisiz olanlar “Daha yeni kıldık. Bu ne ezanı?” deyip tekrar namaz kılardı. Musikiyle tanışmam ve kulağımı fark etmem Ezan-ı Muhammedi ile başladı.

-Ezanla açılan kapının ardından neler geldi?

Tabii yokluk yılları o zaman. Ailem, Paşabahçeli orta halli bir aileydi. Biriktirdiğim parayla 16 yaşımda Philips pikap almıştım. O zamanlar Mustafa Sağyaşar, Gönül Akkor, Bedia Şensancakoğlu’nun plaklarını dinliyordum. Paşabahçe’de Tekel’in bir düğün salonu orkestrası vardı. Ezanı bitiriyordum, koşa koşa programa gidiyordum. Öyle yokluk yılları ki sahnede şarkı söylerken bir kızın “Çok güzel sesi var. Ama kıyafeti ne biçim!” dediğini unutamıyorum. Çok üzülmüştüm. Cenab-ı Allah çok şükür, şimdi her şeyi verdi. Evlendiğimde tek odalı bir evde oturduk. Kendisi Yakındoğu dilleri uzmanı bir profesör olmasına rağmen, sesini çıkarmadı. Dünya sizin olsa bile hissettiğiniz mutluluk değil. Hakiki bir dostun, anlaştığın bir eşin varsa ve bir Allah dostunun muhabbetine muhatap oluyorsan mutluluk odur.

-Ünlü bestekâr Amir Ateş’in sizi keşfetmesi ne zamana rastlıyor?

Bir ayakkabı mağazasında tezgâhtarlık yaparken, Paşabahçe Camii imamı Mithat Yılmaz hoca, bana zorla okutturdukları ezanı duyduktan sonra tezgâhtarlığı bıraktırdı. Arapçayı ve ikinci gününde hafızlığı bıraktırıp Celaleyn tefsirini okutmaya başladı. Talimi, tecvidi o öğretti. Sultan 3. Mustafa Camii’nde 1968-69 yıllarında müezzinlik yaptım. Her güzellik başa bela! Sesin güzelse, diğer müezzin seni kıskanabiliyor. Gençliğin de verdiği sinirle müezzinliği bıraktım. Aynı adamı Hac’da Arafat’ta gördüm ve hakkımı helal ettiğimi, kimsenin gıybetini yapmamasını söyledim. O aralar, bir mevlitte ünlü bestekâr Amir Ateş’le tanışmıştık. Evinde 3-4 sene meşkler yaptık. O zamanlar Sarıyer’de hafızlar günü yapılırdı. Hüseyin Sebilci, Yıldırım Gürses ve babası, İsmail Biçer, Fevzi Mısır, İbrahim Çanakkaleli, Eşref Akhisarlı da katılırdı bunlara. Bir ezanı yedi kişi okurduk. Amir ağabeyle yaptığım meşk hem Türk müziği hem de cami musîkisiydi; ama tekke musîkisi değildi. “Seni Emin Ongan hocaya götürme zamanı geldi.” dedi bir gün. Emin hoca elimden tutarak radyo korosuna aldı. Orada da çok ağır eserler okunuyordu. Itri’nin, Zekai Dede’nin... En yeni eserler Şevki Bey’in, Saadettin Kaynak’ın ve Selahattin Pınar’ın eserleriydi. Bu eserler beni uyutuyordu. Üsküdar Musîki Cemiyeti tek sınıftı o zaman. Meşk ederken hoca, öğrenci takip ediyor mu diye öğrencisine ‘Sen oku’ derdi. Bana ‘Sami’ dedi ve çok fort bir şekilde girdim esere. ‘Çüş, hayvan’ dedi. ‘Eşekte de ses var.’ Rezil olduk. Ama Allah razı olsun, bize ses kullanmayı öğretti.

-Radyo günleriniz ne kadar sürdü?

Çok da kısa sürmedi aslında. Altın Ses yarışmasında Türk Müziği kategorisinde birinci olmuştum, 1974’te. Sonra İstanbul Radyosu sınavını kazanıp girmiştim radyoya. Radyo günleri yaptığımız sırada televizyon yeni çıkmıştı. Yıldırım Gürses’in Hoş Sada isimli programında bir gazel okumuştum. Türkiye’de adamın yoksa sanatçılığın önemli değil. Sizde bir şey görsünler, komplekse girip önünüzü tıkıyorlar. Halbuki Allah herkese ayrı bir güzellik vermiş. Bendeki ses benim değil ki! Allah’ın emaneti.

-Altın Ses yarışmasında birinci oluyorsunuz... Bugün kim olsa bunu şöhrete tahvil eder. Siz neden yapmadınız?

Çünkü yalakalığı sevmiyorum. Bende bir şey varsa, karşımdaki değer versin. Benden aklımın dışında bir şey istemesin. Mesela, Bosna Festivali’ne gittiğimi 5N1K’nın sunucusu Cüneyt Özdemir uydudan izlemiş. Türkiye’de yeni çıkmışım gibi telefon etti: “Sizin varlığınızdan nasıl haberim olmaz. Programıma gelir misiniz?” Gittim... Adamın tarzına bak: “Siz Karagümrük’teki tarikattan mısınız?” “Bir dakika ya. Kendine malzeme yapmak için mi çağırdın beni buraya? Televizyon meraklısı değilim, sanatçı diye çağırdıysan program yapalım.” dedim. Baktı pabuç pahalı, alttan almaya başladı. Birilerini kullanmak istiyorlar. Onlara yalakalık yaparsan bir yerlere geleceksin. Burada Tarkan, Michael Jackson oldun. Sonra?

-Hayatınızın dönüm noktası neydi?

Sefer Dal hazretleriyle tanışmamdı. 1985’in sonuydu. 1981-82’lerde Trabzonlu bir kızla nişanlıydım. Gözleri çok yüksekte bir aileymiş. Babasıyla dükkân açmıştık. Babası ‘Kızımı İsviçre’de balayına götürebilecek misin? Ona Mercedes araba alacak mısın?’ gibi isteklerde bulununca, muhabbet bir anda cehenneme dönüştü. Ceketimi alıp bir daha dönmemek üzere o dükkândan çıktım. O zaman görseydin canlı cenaze gibiydim. Bir vesileyle Karagümrük’e gittim. Sefer Efendi hazretleri “Oğlum, rüya görürsen anlatacaksın. Kısmetinde varsa buraya evlat olursun.” dedi. Rüyayı o gece gördüm; çünkü çok istiyordum. Birden cennette gibi oldum. Bugün dünyada tasavvuf musîkisinin sebeb-i hikmeti Sefer Dal hazretleridir. Koca Grundig teyplerle bestekârlardan kayıtlar yapıp arşiv hazırlayan Sefer Efendi’dir. Ona rüyayı anlatınca “Oğlum bak, bu yola girmek tam girmek, çıkmak da tam çıkmaktır. Rüyada sana davet var.” dedi. Hizmetinde 13 sene bulundum. Vakıftan geliyorsak, “Hadi Sami, Şeyhimin İlleri’ni hüzzam makamında oku.” derdi. O anda beste yaptırıyor. “Acemaşiran yap, Nihavend yap…” Böyle eğitti... CD’lerimdeki repertuarımın yüzde seksenini Sefer Efendi hazretleri hazırlattı.

-Eşinizle tanışmanız nasıl oldu?

Evliliğimizin nedeni Sefer Efendi zaten. Kız profesör, ben öylesine bir adam… Türkiye’de hafıza, müezzine istikbali yok diye kim kız verir. Ben başıma o olay gelince evlenmeyi unuttum. Sefer Efendi bir gün buyurdu ki “Seni Yumna ile evlendireyim.” Yumna’yı da hiç tanımıyorum o zaman. “Tabii efendim.” dedim. Herkes kızdı bana, tanımadan neden evet dedim diye. Yumna’yı daha sonra rüyamda gördüm. Bir gün vakıfta ‘Yumna geldi’ dedim herkese ve onu rüyamda gördüğümü söyledim. Yumna indi aşağıya ve efendimin yanına geldi. Sefer Efendi, Yumna’yla konuşup ikna etti. O zaman Amerika’da okuyordu. Boğaziçi Üniversitesi’nden burs kazanıp Türkiye’ye gelmişti. Türkiye’yi çok seviyordu. Eşim benden çok önce tanışmış vakıfla. ABD’de Muzaffer Efendi döneminde...

-İlk albümünüz ne zaman çıkmıştı?

Evlendikten sonra. 1993’ün sonlarında çıktı: Ey Allahım 1. O albümü yaptık. Sefer Efendi ile arabada dinliyoruz. Dereseki’ye gelirken Şeyhimin İlleri’ne denk geldi. Orada ‘Şu benim Divane Gönlüm’ diye yarım bir kaside vardı. Dinleyince başladı hüngür hüngür ağlamaya. Ben de ağlayınca, biz kendimizi kaybettik. Sonra ‘Ey Allahım 2’ geldi. Ey Allahım 3’te tasavvuf müziğinde ilk kez orkestrayı kullandık. Sefer Efendi’nin isteği üzerine bunu yapmıştık, çok tepki aldık. Vakıfta kaseti koydu çaldırıyor. “Oğlum bundan sonraki kasette kemanları biraz daha çoğalt. Gitar koy, ritmleri çoğalt.” dedi. Hocam “Tasavvuf gönül çalmaktır.” diyordu. MFÖ ile çalışmamı da kendisi istedi. Mazhar geldiğinde “Efendim, Ahmet’le (Özhan) çalışmak istiyoruz.” dedi. Ona cevabı “Hayır, siz Sami ile çalışın.” olmuştu.

-Yanılmıyorsam 1991 ya da 92... Agannaga albümü, değil mi?

Evet, o albümdü. 1992’lerde çalışmaya başladık. 1999’a kadar devam ettik. Konserleri bara kayınca, müsaade alıp ayrıldım. Hatta beraber bir albüm çalışması yaptık, çıkaramadık.

BESTEYİ ALLAH YAPTIRIR, NOTA DEĞİL

-Sami Özer’in sesi insanı farklı buudlara taşıyor. Bu sesin sahibi, küçük kainât olan insan üzerinde müziğin bu kadar etkili olmasını nasıl açıklar?

Musîki insanın tabiatında var. Olmasa konuşamayız bile. Direkt gönle hitap ediyor. Tasavvuf gibi musîki de bir hâl ilmi. ‘Hû’ albümünden sonra insanlar beni arayıp, “Allah sizden razı olsun, çocuklarımıza ilahi dinletiyoruz.” demeye başladı. 7 yaşındaki bir çocuk, vakfa gelmişti. Rüyasında görmüş, Peygamber Efendimiz “Ben Sami ümmetimi çok seviyorum. Ondan memnunum.” demiş. Benim için dünyadaki her şeyden daha güzel bu. Marmara FM’de canlı bir yayında bir kızımızın üniversite hocası aradı. “Ben tasavvuf musîkisiyle Sami bey sayesinde, bir öğrencim aracılığıyla tanıştım.” dedi. Bu kız bir rüya görmüş, Peygamberimiz yine memnuniyetini anlatmış. Medine-i Münevvere’de bir sabah gelen telefonda mimar Mahmut Sami Kirazoğlu kardeşim aradı, ağlayarak. Telefon sabah namazında gelince tedirgin oldum. “Ey Benim Devlet-i Sultanım’ı dinlerken birden yakaza hali oldu. Mahşerdeyiz. Peygamber Efendimiz, Sahabe-i Kiram, Ehl-i Beyt hepimiz oradayız. Sen karşımızdan gelip Ey Benim Devlet-i Sultanım’ı Peygamberimize okuyorsun.” dedi. Rabbim bana bu güzellikleri yaşattı, yetmez mi?

-Kainâtın musîkisinden ne anlıyorsunuz?

Balkonda oturup dinliyorum... Kuşlar ne melodiler çıkarıyor. Kelebekler sema ediyor. Bahçede bazen ilahi söylüyorum. Bakıyorum, sülükler çıkıyor meydana. Burada sülük falan göremezdik. Musîkinin her şey üzerinde tesiri var. Kıyamette üflenecek surda kim bilir hangi melodi çıkacak ki hepimiz uyanacağız. Kainât musîkisiz olmaz.

-İnsan bunun farkına nasıl varabilir?

Kültürlü olmalı, okumalıyız. Babadan miras bir din yaşıyoruz. Şimdi çok güzel bir gençlik yetişiyor. Allah, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin evlatlarından razı olsun. Bu seneki Kutlu Doğum Haftası’nda onlarla beraberdim. Bu kadar güzelini görmemiştim. ABD’ye de istediler. Ahmet (Özhan) gitti, ben gidemedim. Seneye inşallah…

-Ahmet Özhan, onca insanı mahzun kılan hüzünlü bir gurbeti ezgiledi. Sizin böyle bir düşünceniz var mı?

Kırık Mızrap’tan beste yapmak istiyorum. Çok güzel şiirler var. İçlerinden seçeceğim. Binlerce şiir arasından bir şiir çıkar karşınıza ve o anda kendi kendini besteler. Beste musiki tekniğiyle yapılan değil, Allah tarafından ilhamla kalbe verilen bir şeydir. Bazı cahiller, “O adam nota bilmiyor, ne anlar besteden.” diyor. Saadettin Kaynak da nota bilmiyordu!

KAİNAT ELESTİ Bİ RABBİKÜM’DEN BERİ MUSİKİSİNİ ÇALIYOR

-Müziğin i’lây-ı kelimetullâh’taki yeri nedir?

İnsanlar çok iyi bir musîki dinlediklerinde birden cezbeye gelir ve ‘Aman’ diye bağırırlar. O, Cenab-ı Allah’ın Elesti Bi Rabbiküm’de kuluna dinlettiğine en yakın ses. Bak, müzik Elesti Bi Rabbiküm’den var. Tasavvufu müziksiz kolayca sevdiremezsin. Mesela benim MFÖ ile çalışmamdaki amaç, onların müziğiyle tasavvuf musîkisinin bir yerlere açılması. Onlarla çalıştığım için tasavvufla ilgisi olmadığı halde bizi görüp buna merak salan insanlar var. Sadece bende değil, Ahmet Özhan, Mehmet Emin Ay, Erkan Mutlu’da da böyle... Yıllarca insanları namaza teşvik etsen de başaramayabilirsin. Bir tarafta bir ilahi okuyorsun, Boğaziçi’nde okuyan bir bayan yazdığı mektupta aldığı albümle namaza başladığını söylüyor.

-Türk sanat müziği ile tasavvuf müziği arasındaki bağı nasıl kuruyorsunuz?

Notasal yapıları aynı, tarzları farklı. Türk sanat musîkisinde tasavvufî çok şarkı var: “Anar ömrünce gönül, giden sevgilileri/ Bilmez biçâre gönül, giden dönmez ki geri.” Şimdi düşün, ne sevgililer gitmiş. Başta Resulullah Efendimiz’i düşün, sahabeleri düşün, Said-i Nursi Hazretleri’ni düşün, Gönenli Mehmet Efendi, Mehmet Zaid Koktu hazretlerini düşün… “Mahzun gönül şâd olacak mı zannediyorsun/ Vah esef vah, aldanıyorsun”, “Bu âlemde derdi olmayanın hali yamandır.” diyor mesela… “Vücud ikliminin sultanı sensin.” Nasıl dinliyorsan öyle.

-Yaptığınız albümler içinde biri var ki çok önemli: Hû. İlahilere senfonik altyapıyı ilk kez getiren çok başarılı bir çalışma. Sizi popüler kültürle de tanıştırdı. Sizce nasıl bir adımdı bu?

Ali Taran çok sevdiğim dostumdur, o vesile oldu. Hakan Uzan kendisine “Sami bey, bize bir ilahi albümü yapmaz mı?” diye sormuş. Ali söyleyince, hemen istedim. Çünkü açılmamız gerekiyordu. Erol Köse’yle görüştük. Benden anlaşma istediğinde, “Kimseye imza atmam. Benim imzam, sözümdür. Söz verdimse yapacağımdır. Siz beni aradınız.” dedim. Hakan Uzan’dan korktuğu için “Tabii Sami Bey, nasıl isterseniz öyle olsun.” dedi. Bir de “Kliplerde hanım mankenler kullanalım.” demez mi... “Bunları unutun Erol Bey. Allah beni muhafaza etsin, ben şöhretin hırsında değilim.” dedim. Uzanlar büyük hizmet etti aslında. Hiç düşünür müydünüz tasavvuf musîkisinin Rumelihisarı’nda yankılanıp, Kral TV’de birinci olacağını? Bu iş, adamları aştı. Sosyete denilen kitlenin içine girdi. Hû’dan bir kuruş para almadım; kendi paramla alıp 2 bin kaset-CD de hediye ettim insanlara. Bundan asla şikâyetçi değilim. Hû albümü bu hizmeti başka bir yere taşıdı.

-İlahileri çoksesliliğe taşımak ve arp gibi farklı bir enstrümanı kullanmak nereden geldi aklınıza?

Bir gün Akmerkez’de eşimle geziyorduk. Birden karşımıza Athena Grubu’ndan Gökhan çıktı. “Hocam.” diye sarıldı. Yumna korktu tabii... “Ben sizi tanımam. Arp sesini duyunca ‘Bu ne ya’ dedim. Bir baktım siz çıktınız.” dedi. Evime geldiler sonra. Gökhan maneviyatı çok iyi bir çocuk. “Çok ağır bir nefis mücadelesi veriyorum Sami abi.” dedi. İnsanların dış görünüşüne bakmamak lazım. Hû’da obua, trompet ve gitar da kullandık.

-Kimin fikriydi bu?

Eşim arpist benim. Amerika’da bıraktı arpını. Arp, dinlerken sanki denizin derinliklerinde müzik dinliyorsun. Fatmagül Hanım zor olanı başardı ve arpla tasavvuf parçalarını çaldı.

-Yeni denemelere devam edecek misiniz?

Bir kere büyük bir koroyla söylemek istiyorum. Bunun dışında da piyano kullanacağım. Elektronik saz kullanmıyorum. Onun için Ada Müzik’ten İhsan Apça’yla çalışıyorum. Diva isimli albümde Gloria Estefan’ın kullandığı bateri, tumba, darbuka ve bendirlerin ritmine bayıldım. Böyle bir sound yakalamak istiyorum.

SAMİ ÖZER’İN DİLİNDEN

- Kulağım her şeyi dinleyecek kadar ucuz değil. Mariah Carey, Nat King Cole, Ümmü Gülsüm’deki o sesler Allah’ın emanetinin güzellikleridir. Ümmü Gülsüm’de 9 oktav ses var. İnanılmaz değil mi? ABD, öldüğü zaman incelemek istedi, Mısır izin vermedi. Ama kıymetini bilemedi. Resulullah’a büyük aşkı varmış. Medine’de anlattılar. Bab-ı Selam’da ‘Ya Resulallah’ deyip vücudunu yere vurmuş ve kanlar içinde kalmış. Onun Tale’al Bedru’yu, Kur’an-ı Kerim’i okuyuşu beni çok etkiler.

- Klasik musîkiyi rahmetli Bekir Sıtkı Sezgin kadar iyi icra edecek bir kişi daha gelmez. Zaten güzel insandı. Hafız-ı kelâmdı. Dede Efendi, Itri, Sadullah Ağa’yı onun kadar yaşayan biri daha olamaz.

- Tasavvuf musîkisi sadece ilahilerden oluşmaz. Tekke musîkisi, cami musîkisi, Mevlevi ayinleri, duraklar, kasideler, naatlar, ilahiler, selâlar, temcitler…

- Cahil insanlar musîkiye yıllarca haram demişler. Müslüman, çocuk yapıp yatacak insan değildir. Biz müziğin de, sanatın da, resmin de, icadın da en güzelini yapacağız. İslamiyet tekâmül etmiş en güzel dindir.

- Sanatçının sonu nihayetinde pavyondur. Allah o kapıyı açmasa sonunda ne olacak? Tavernalara, gece kulüplerine düşeceksin. Çokları böyle yokluk içinde öldüler.

- Karagümrük Tasavvuf Vakfı’nın müezziniyim. Bunun için havaya giremem. Oraya on milyon tane müezzin getirilir. Şükretmem lazım, beni seçtiler diye.



Fatih VURAL, Aksiyon, Sayı:607



Hiç yorum yok: