30 Mayıs 2008 Cuma

KLASİK KEMENÇE TAKSİM...


...klasik kemençe taksimi dinlemek istersiniz tıklayın;)

BAL AĞIZLIM :) HAYIRLI CUMALAR HERKESE



...bilenler bilir...ben iyi bir İlhan İrem dinleyicisiyimdir...özellikle parçalarında doğa seslerini kullanması çok hoşuma gider...bu güzel cuma sabahına da onun çok severek dinlediğim eserlerinden biriyle başladım...ve istedim ki buraya yolu düşen herkes dinlesin...:) Dualarımızın kabul olduğu hayırlı bir cuma diliyorum hepimize ...sevgiler...

bal ağızlım :) ( parçanın kendi gibi adı da tatlı)

29 Mayıs 2008 Perşembe

İHTİSAS SINIFLARI DÖNEM SONU SINAVI (İSMEK)


İHTİSAS SINIFLARI DÖNEM SONU SINAVI

21.haziran 2008 cumartesi günü saat 16:OO ' dan itibaren
yapılacaktır.

sınav yeri : Fındıkzade / İSMEK


Ferhat Göçer' den...



...içinde bolca olsun kelimesi geçen mazisi eski , muhtemelen geçmişte bir çok kişinin şarkısı olan , şu sıralarda Ferhat Göçerden sıkça her radyo kanalında karşıma çıkan ve severek dinlediğim şarkı.... (tanıtım Beyazın şovundaki gibi oldu galiba :))

bizim şarkımız...

1.SINIF İHTİSAS SOLFEJ DERSİNDE GEÇİLEN ESERLER (İSMEK)

ESER ADI MAKAM BESTE

SÖYLEMEK İSTESEM GÖNÜLDEKİNİ RAST SELAHATTİN PINAR

BULMA BİN TÜRLÜ BAHANE ÜZME BENİ BAHAR DALIM RAST MEDİHA ŞEN SANCAKOĞLU

SEN NAZLA GEZERKEN GÜZELİM GÜLLER İÇİNDE RAST KAZIM NAMİ ERDÖLEN

SENSİZ CİHANDA RAST NECDET DÖNMEZ

UŞŞAK ŞARKI UŞŞAK ŞEVKİ BEY

UŞŞAK ŞARKI UŞŞAK ŞERİF İÇLİ

DAĞLAR DAYANMAZ ENİNİNE ŞAK ŞEVKİ BEY

ÇEÇEN KIZI HÜSEYNİ T.CEMİL BEY

VARALIM KUY-İ DİL-ARAYA GÖNÜL HU DİYEREK HÜSEYNİ M.N.SELÇUK

BAK ŞU GÜZEL KÖYLÜYE İŞTE BU KIZDIR PERİ HÜSEYNİ DANBENİ RIZA BEY

SENDEN BİLİRİM YOK BANA FAİDE EY GÜL HÜSEYNİ TANBURİ ALİ EFENDİ

İLTİMAS ETMEYE YARE VARINIZ MUHAYYER HACI ARİF BEY
İSTANBUL TÜRKÜSÜ MUHAYYER

VARKEN GÖNÜLDE BİN TÜRLÜ YARE KARCIĞAR HACI ARİF BEY
BİR GONCAYA BİR HARE NİGAH EYLEDİ BÜLBÜL KARCIĞAR HACI ARİF BEY

KARCIĞAR PEŞREVİ KARCIĞAR TATYOS EFENDİ

TANBURAMIN İNCE KIVRAK BELİ VAR KARCIĞAR SADETTİN KAYNAK

BEN YÜRÜRÜM YANE YANE NEVA SELAHATTİN PINAR

YİNE BAĞLANDI DİL NEVA ZEKAİ DEDE

BAYATİ PEŞREVİ BAYATİ SEYFETTİN OSMANOĞLU

GÜL YÜZLÜLERİN ŞEVKİNE GEL NUŞ EDELİM MEY BAYATİ TAB' İ MUSTAFA EFENDİ

BEYATİ ARAP SAZ SEMAİSİ BAYATİ

NAR-I FİRKAT ŞULEPAŞ OLDUKÇA BAYATİ

GÜLE SOR, BÜLBÜLE SOR BUSELİK İSMAİL BAHA SÜRELSAN

GEÇTİ BAHAR, HAZAN ERDİ BUSELİK FEHMİ TOKAY

Şarkılara konu olan aşk hikâyeleri




Sadullah Ağa’nın aşk hikâyesi

III. Selim, Sadullah Ağa’yı sever ve sayarmış. Bu nedenle sarayda bir daire, saray dışında bir konak "ihsan" etmiş. Ciddiyeti ve musikideki ustalığı sayesinde Harem'deki cariyelere musiki dersleri vermeye başlamış. Padişahın kardeşi Beyhan Sultan kendi saraylılarını yetiştirmek, onlara musiki öğretmek için III. Selim’den bir usta rica ettiği zaman, III. Selim kız kardeşine Sadullah Ağa’yı gönderir. Haftada bir-iki gün Beyhan Sultan Sarayı'nın yaldızlı kubbeli yerlerinde musiki meşkleri yapılır, narin vücutlu, ipek şalvarlı Çerkez güzelleri hocalarının karşısına dizilirlermiş. Cariyelerden Mihriban'a gönlünü kaptırdığı duyulunca, Beyhan Sultan, Sadullah Ağa'yı sarayından uzaklaştırmış. Hiddetini teskin edemeyerek Sadullah Ağa'yı öldürtmesi için padişaha ısrara başlamış. Padişah, kıymetini bildiği için kendisine yakın davranmış, fakat el altından Sadullah Ağa'nın bir tarafa gizlenmesini emretmiş.

Sadullah Ağa bu gizli köşede geçen günlerinde Mihriban için şu besteyi yapmış.

Bülbül-i dil ey gül-i rana senindir sen benim
Berk-i gülde, buy-i istiğna senindir sen benim
Halka-i zülfün hevası, bendeni meftun eder

Gönlümü aşüfte kılan sevda senindir, sen benim
Ah benim canım, ah cananım, Mihriban'ım
Ah sen benimsin, sen benim!!.

Rana: İyi, güzel, hoş, lâtif. Pür ve revnak olan
buy-i istiğna: Sevgi, muhabbet.
hevası: Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
aşüfte: Sevgiden kendinden geçen. Çıldırırcasına seven.

Bir Ramazan gecesi Topkapı Sarayı'nın (Hünkâr Sofası) musiki üstatlarının sanatkâr nağmeleriyle dolup taşarken, dinleyiciler arasında bulunan Beyhan Sultan, Sadullah Ağa'nın boş bıraktığı yeri acı ile görmüş, teessürünü yenemeyerek Padişah'a “Ah! Aslanım Sadullah Ağa kulunuza pek yazık oldu; yokluğu ne kadar belli oluyor “ diye pişmanlığını söylemiş.
Bu fırsatı bekleyen III. Selim, “Üzülmeyin hemşire; ben sizin nadim olacağınızı bildiğim için
Sadullah'ı sakladım. Mademki pişman oldunuz, şimdi şanınıza düşen mükâfatı o zavallıya ihsan edin “ demiş. Nihayet Beyhan Sultan'ın muvafakatiyle güzel Çerkez kızı, baygın gözlü
Mihriban, azat edilerek bu iki âşık gönül birbirleriyle birleşti ve evlendiler.


Şıpsevdi Hacı Arif Bey

Abdülmecit Han, Arif Bey'e Saray'da büyük yakınlık gösterdi; onu "kurena" lık (mabeyinci) rütbesine kadar yükseltti, o zaman mabeyinci olanlara "Bey " sıfatı verildiği için, küçük Arif artık " Arif Bey " olmuştu. Arif Bey haremdeki cariyelerin musiki hocalığı görevi de verildi. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Bu dersler sırasında Çeşm-i Dilber adlı bir cariyeye âşık oldu. Padişahın izniyle Çeşm-i Dilber'le evlenerek Saray'dan ayrıldı. Zira o dönemde saray içinde cariyelerle evlenen kişiler sarayda kalamazlardı. Abdülmecit Arif Bey ' e altın ve ev vererek saraydan ayırdı. İki çocukları oldu. Ama bu evlilik yürümedi Çeşm-i Dilber, çocuklarını Arif Bey'e bırakarak bir tüccarla evlendi. Arif Bey, "Niçin terk eyleyip gittin a zalim", dizeleriyle başlayan Kürdîlihicazkâr şarkılarını terk edilmenin acısı üzerine besteledi.

Niçin terk eyleyip gittin a zalim
Seni sevmek midir bilmem vebalim
Feda olsun sana bu can-ü malım
Yine görkemliğe yoktu mecalim
Hayalimdir hayalin hasb-ı halim

Bir süre sonra Abdülmecit Han tarafından "ser hanende" olarak yeniden Saray'a alındı, tekrar haremdeki musiki dersleri hocalığıyla görevlendirildi. Besteci bu kez gene bir cariyeye, Zülf-i Nigar Hanım'a âşık oldu. Bu olay Saray'da duyulur duyulmaz, Abdülmecit Han onları evlendirdi. Zülf-i Nigar' ın kısa bir süre sonra veremden ölmesi, besteciye yeni bir acı kaynağı oldu.

Olmaz ilâç, sine-i şad-pareme,
Çare bulunmaz bilirim, yâreme,
Baksa tabî ban-ı cihân, çareme,
Çare bulunmaz bilirim, yâreme


Lemi Altı’nın ilk aşkı

Lemi Atlı, 18 yaşında iken komşusunun kızına uzaktan âşık olmuş. Duygularını ona söylemeye bir türlü cesaret edememiş. Bir yaz günü güzel komşusunun sokaktan geçtiğini görünce, elden ayaktan kesilmiş ve dermansız bir şekilde ağaca dayanmış. Önceden Reşit Mümtaz Paşa’nın verdiği güfteyi hatırlayarak aşkını dile getirmek maksadıyla kız önünden geçerken;

Hüsnüne edvarı nazın şan senin
Bende takat kalmadı ferman senin
İhtiyarım gitti elden can senin
Bende takat kalmadı ferman senin

Okumuş ve oradan eve gider gitmez güfteyi Karcığar makamında bestelemiş.

Üç evlilik yaşayan Lemi Atlı, bu evliliklerden mutlu olmamış ve çok acı çekmiş. Kendisini
terk eden üçüncü eşinin bir başka kişiyle evliliğinden mutlu olmayıp perişan durumda olduğunu duyunca:

Bir kendi gibi zalimi sevmiş yanıyormuş
Duydum ki beni şimdi vefasız anıyormuş
Kalbim gibi feryat ediyor sızlanıyormuş
Duydum ki beni şimdi vefasız anıyormuş

Şarkısını Kürdîlihicazkâr makamında bestelemiş.


Afife Jale aşkı – Selahattin Pınar aşkı

İstanbul, Kuşdili Çayırında Hafız Burhan konserinde Selahattin Pınar, üstadın arkasında tambur çalıyordu. Afife Jale ise Darulbedai'de sahneye çıkarak "Tiyatrodaki ilk Müslüman kadın oyuncu" olarak tarihe geçmiş, ancak tiyatro zaptiye tarafından basılınca kapı önüne konulmuştu. İşsiz, sahnesiz ve kimsesizdi. Acısını yatıştırıcı haplarla dindirmeye çalışıyordu. İkisi de 25 yaşındaydı. Şarkıdaki gibi
Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz
Bitmap


Radife Erten

1941 yılında vatani görevini yapmak için kendinden ayrılan eşine duyduğu hasreti önce kaleme, sonra da notaya aldı.

Saçına taktığım güller solmadan
Bırakıp gitti de çilem dolmadan
Ağlayan gözlerime yâr olmadan
Bırakıp gitti de çilem dolmadan

Şiirini Hüzzam makamında ve aksak usulünde besteledi. Aynı zamanda Erten 'nin ilk bestesi oldu.


Müzeher – Ekrem Güyer’ in aşk hikâyesi.

Müzeher Özerinç ile Ekrem Güyer Ankara Radyosu’ nda tanıştılar. Arkadaşlıkları önce aşka, sonra da evliliğe dönüştü. Ekrem Güyer bir gün ud'unun tellerine vururken sadece sevdiği kadını düşünüyor ve onun için bir beste hazırladı.

Unutturamaz seni hiçbir şey unutulsam da ben
Her yerde sen her şeyde sen bilmem ki nasıl söylesem
Bir sisli hazan kesilir ruhum eğer görmezsem
Her yerde sen her şeyde sen bilmem ki nasıl söylesem

Şarkıyı birlikte söylediler. Bu birliktelik çok uzun sürmedi 19. Şubat. 1954 günü geçirdiği mide kanaması sonunda Ekrem Güyer hayata gözlerini yumdu.
Müzeher oğlu Metin ile yalnız kalmıştı. Ayaklarının üstünde durmaya çalışacaktı. Nasıl unutacaktı bu aşkı.
Günlerden bir gün Müzeher Hanım radyo evinin koridorunda elinde bir kâğıtla bekliyordu
Bestekâr Şekip Ayhan Özışık ile karşılaşır. Konuşurlar elindeki kâğıtta unutulmayan ve
unutulmayacak aşkının güftesi vardı.

Unutmadım seni ben unutmadım, her zaman kalbimdesin
Aylar, yıllar geçti, söyle sen nerdesin
Anlaşıldı, sen geri dönülmeyen yerdesin
Unutmadım, unutamadım seni ben, her zaman bendesin

Şekip Ayhan Özışık bu şarkıyı Karcığar makamında besteledi. Müzeher'le Ekrem'in aşk hikâyesinin güftesi oldu.

Hazırlayan: Suat Yener

Kaynaklar:
Türk Mûsikîsi TarihiTürk Mûsikîsi Tarihi…….. Dr. Nazmi ÖZALP
Türk Musikisi web sitesi……Tâhir AYDOĞDU
20. Yüzyıl Türk Musikisi………….Mustafa Rona
www.kumru.net/oykuler / Afife Jale , Pınar Aşkı……..Can Dündar
Büyük Türk musikisi ansiklopedisi………….Yılmaz Öztuna
Türk Musikisi Külliyatı………..Rahmi Kalaycıoğlu

28 Mayıs 2008 Çarşamba

28.05.2008 (Bu gün) İhtisas sınıfları semineri




28.05.2008(Bu gün) İSMEK ihtisas sınıfları için
sınav duyuruları ile ilgili seminer
yapılacaktır.

seminer saati : 19.00

seminer yeri : Fındıkzade / İSMEK

MUHAYYER MAKAMI

Muhayyer makamında bu hafta geçtiğimiz eserler ;)




Bu haftaki makamımız:)

Muhayyer Makamı :

Durağı = Dügah Perdesi
Güçlü = İnici seyir özelliği gösterdiğinden güçlü 1. derecede Muhayyer 2.derecede Hüseyni'dir
Seyri = Inici
Yedeni = Rast Perdesi
Donanım =Segah(Si)ve Eviç(Fa#)
Dizisi = Dügahta Hüseyni 5'lisine Hüseyni'de Uşşak 4'lüsünün eklenmesiyle oluşur.

Seyri = Inici seyir özelliği olduğu için tiz durak (Muhayyer) veya civarında seyre başlar.

Muhayyerde Buselikli ve Hüseynili kalışlar yapar. Hüseyni de yarım kararlı kalış yaptıktan
sonra Nevada-Rastlı, Hüseyni'de-Uşşaklı,Çargahta-Cargah, Segahta-Segahlı ve Dügahta
Hüseyni'li tam karar yapar.

23 Mayıs 2008 Cuma

NEVA MAKAMI


Geçen hafta solfej dersinde geçilen makamımız…


NEVA MAKAMI

a. Durak : Dügah perdesidir
b. Seyir : Inici – çikicidir
c. Dizi : Yerinde Ussak dörtlüsüne, Neva perdesi üzerinde bir Rast beslisinin eklenmesiyle meydana gelir.
d. Güçlü : Neva perdesidir
e. Yeden : Rast perdesidir
f. Donanim : Si koma bemol, fa bakiye diyez

Dizinin Seyri : Genellikle güçlü sesi olan Neva perdesi civarindan seyre baslanir. Dizinin seslerinde gezinilerek yine güçlü sesi olan Neva perdesinde asma kalis yapilir. Ussak dörtlüsünün seslerinde dolasilarak tekrar Neva perdesinde kalis gösterilir. Ussak dörtlüsünün sesleri ile Dügah perdesinde karar verilir

Makamin Özelligi: Neva Makami fazla parlak bir makam degildir. Genisleme seslerinin fazla kullanilmadigi bu makamda inici seyir yapilirken, fa bakiye diyez (Evç) perdesi naturel hale getirilerek Acem perdesi haline gelir. Neva’da inici bir Buselik beslisi meydana gelir.

AYRINTILI
Nevâ makamı inici çıkıcı bir nitelik gösterir. Yerinde bir Uşşak dörtlüsüne güçlü Nevâdan itibaren bir Rast beşlisinin eklenmesiyle oluşturulur.
II. Sultan Murad Han zamanından beri bir değişikliğe uğramadan gelen Nevâ makamında hemen daima giriş güçlü perdesi olan Nevâdan başlar. Pest dörtlü olan Uşşak (burada Beyatî) dörtlüsü içinde ilk seyirlerini veren Nevâ, tizdeki Rast beşlisine geçer ve seyre devam eder. Bu beşli içinde Segah perdesinin simetriği olan Eviç perdesinde önemli duraklamalar yapılır. Bu asma kararlarda fa diyez (Acem) perdesi kullanılmaz. Bu suretle Eviç makamı çevresi içinde yapılmazlar. Bu seyir sırasında, Eviç perdesi Acem perdesine dönüştürülerek, Nevâ üzerinde ve Nim Hicaz perdesi yedeni ile Buselik makamına geçkiler yapılır veya Nim Hicaz perdesi kullanılmadan, Çargâh perdesi yedeni ile Nevâ üzerinde Beyatî asma kararlar verildiği görülür. Bu şekildeki bir geçki Rast makamının yapısı içinde yoktur, fakat burada Nevâ makamının melodik yapısı dolayısıyla bir anlık bir değişiklik ile Nevâ üzerinde bir Beyatî asma kararına yer verilmiş olunur. Ve yine bu suretle Nevâ perdesinde yapılan asma kararlar, değişik lahnî yapıların icabı olarak gerçekleştirilmektedir.

Nevânın durağı Dügâh, güçlüsü Nevâ ve tiz durağı Muhayyer perdeleridir. Nevâ evvela pest dörtlü içinde ilk seyirlerini gösterdikten sonra Nevâ etrafındaki perdelerde dolaşmalar gösterir. Tiz durak olan Muhayyerden tize doğru çıkışları azdır. Dügâh ile Muhayyer arasındaki sekizlide seyirler daha çoktur ve çeşni bu seyirlerle meydana getirilir.

Tiz duraktan daha tize doğru yapılan genişlemelerde çoğu zaman Muhayyer üzerindeki Uşşak dörtlüsü kullanılır. Ancak, bu dörtlü içinde çok dolaşmak, makamdan ayrılmaya sebep olabilir. Çünkü, Tâhir makamının belirtilmesi Muhayyer üzerindeki tiz dörtlüde oluşturulur. Bu itibarla tiz dörtlüde fazla seyir gösterilmemesi yerinde olur.

Nevânın Dügâhtan daha peste doğru inmediği görülür. Çünkü makamı teşkil eden dörtlü Uşşak dörtlüsü olmakla beraber Beyatî çeşnisi gösterilerek karara inilmesi esastır. Bu itibarla Nevâ, yeden almadan karar veren makamlardandır ve yine Segah perdesinin Uşşakta olduğu gibi pestçe basılması konu olmaz.

Nevâ makamının tarihi oluşma seyri içinde iki ayrı perdede kararlar verdiği görülmektedir. III. Sultan Selim Han dönemine gelinceye kadar bir kısım bestekârlarımızın özellikle Nevây-i Dügâh perdesinde değil, Nevâda karar veren peşrev ve saz semaileri besteledikleri görülmüştür. Bu karar seklinin ne gibi sebeplerle tercih edildiği henüz anlaşılmış değildir. Bestekârlarımız bazı eserlerde Nişabur çeşnisi ile ve bazı eserlerde Beyatî asma kararlar ile Nevâda kararlar vermişlerdir. Öyle zannediyoruz ki, bestekârlarımız besteledikleri sözlü eserleri Nevâdan başlattıkları için, bir kolaylık ve icrada bir hoş eda verilebilsin maksadı ile saz eserlerinin çoğunluğunu Nevâda karara götürmüşlerdir. Nevâda verilen nihai kararlarla bir başka makam yaratılmış olmadığı anlaşılmaktadır. Nevâ üzerindeki Rast makamının seyrini muhafaza etmek düşüncesi bir ihtimal olarak göz önünde bulundurulabilir.

Bu surede, Nevâ üzerinde yapılan kesin kararlar, Nevâyı basit makam niteliğinden çıkarmaktadır. Çünkü, ek lahnî yapılar araya girmektedir.

Nevâ perdesinde karar veren Nevâ makamına, Zeki Mehmed Ağa'nın peşrevini, II. Sultan Bayezid Han'ın Nevâ-Bağdat saz semaisini, IV, Sultan Murad Han'ın Nevâ-Bağdat peşrevini, Miskali ismet Ağa'nın ve Kantemiroğlu'nun Nevâ peşrevlerini örnek olarak gösterebiliriz.

Nevâ makamının donanımda Segah ve Eviç perdelerinin arıza işaretleri ile gösterir.

neva makamında notalar...

PEŞREV / 1
2
3
TANBURİ CEMİL BEY
SAZ SEMÂÎSİ / 1
2
NEYZEN EMİN DEDE
SAZ SEMÂÎSİ / 1
2
RAUF YEKTA BEY
SAZ SEMÂÎSİ / 1
2
YUSUF ZİYA PAŞA
BEN YÜRÜRÜM YANE YANE
SELAHADDİN PINAR
BİRLİKTE BU AKŞAM ÇIKALIM SEYRE CİVANIM
ŞERİF İÇLİ
KÂR / EY GÜLBÜNİ İŞİ Mİ DEMED/1
2
3
4
ITRİ
SEVDİ BU GÖNÜL SENİ YAMAN EYLEMEDİ/1
2
KADRİ EFENDİ
YİNE BAĞLANDI DİL BİR NEV NİHALE
ZEKAİ DEDE EFENDİ

NEVÂ-BÛSELİK
ELBET GÖNÜLLERDE SABAH OLACAK/1
2
SADETTİN KAYNAK

NEVÂ-KÜRDÎ
AÇILDI SAHN-I GÜLŞEN
ZEKAİ DEDE
GÜL YÜZÜN GÜLŞENDE / 1
2
ZEKAİ DEDE
HEY HEY DİYE HANENDELER ETTİKÇE TERANE / 1
2
ZEKAİ DEDE
YARE DEDİM TAB-I MÜLDEN / 1
2
ZEKAİ DEDE

notalar http://www.neyzen.com/ ' dan alınmıştır;)

22 Mayıs 2008 Perşembe

AKIL GÖZÜ...



Seni bulmakdan önce aramak isterim.
Seni sevmekten önce anlamak isterim.
Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
Sana hep hep yeniden başlamak isterim.

Özdemir Asaf
şiir günlerimizin anısına...

21 Mayıs 2008 Çarşamba

MAKAMLAR ...Astroloji, Organ Tesiri, Zaman Bağlantısı, Tedavi Etkileri

Sanırım bir çoğumuz müzikle tedaviyi duymuştur. Birde bunu astroloji ile birleştirilmiş haliyle görünce insanlar neler düşünmüşler, araştırmışlar diye şaşırıp sizlerle de paylaşmak istedim:)


MAKAMLAR
Astroloji, Organ Tesiri, Zaman Bağlantısı, Tedavi Etkileri

1) NİHAVEND MAKAMI:Oğlak Burcu (Yay Burcu). Satürn, Jüpiter. Toprak- Ateş tabiatlı. Sıcak-kuru yapıdadır. Öğleden sonra ( ikindi ) zamanı etkisi fazladır. Sarı safra, gündüz ve erkek bağlantılıdır. Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkilidir. Kulunç, bel ağrısı ve tansiyon rahatsızlıklarına faydalıdır. Kuvvet ve barış duygusu verir. Akıl hastalıklarına etkili olduğu konusunda önemli bilgiler vardır. En eski makamlardandır. Ebu-selik kelimesinden geldiği söylenmektedir (Güzel yazma ve söyleme yeteneği). 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

2) RAST MAKAMI: Koç Burcu Ateş tabiatlı, kuru-sıcak tabiatlı makam. Gece yarısı ve seher zamanları etkilidir. Soğuk organlar olan kemik, beyin ve yağlara etkilidir. Fazla uyumayı engeller. Düşük nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hakim olduğu için; bu nedenle oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir. Sarı safra bağlantılıdır. Erkek karakter gösterir. Gündüz, Salı günleri etkisi fazladır. Oğlak burcu ve su ile ilişkilidir. Tedavi değeri yüksek olan dört esas makamdan birisidir. Sefa, neşe, iç huzuru ve rahatlık verir. Felç illetine devadır. Başa ve göze etkilidir. Kaslara tesiri vardır. En eski makamlardandır. Farsça "doğru" "dosdoğru" "sağ" ve "gerçek" demektir. Spazmı çözücü özelliği nedeniyle spastik ve otistik hastaların tedavisinde yararlıdır. Mars gezegeni ile bağlantılıdır. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

3) REHAVİ MAKAMI: Terazi Burcu. Rüzgar tabiatlı. Sıcak ve kuru. Seher zamanı ve ikindiyle yatsı arası etkilidir. Aslan Burcu, Güneş ve Pazar günüyle ilgilidir. Nemli ve kuru, sarı safra, erkek, sağ omuz, baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl hastalarına faydalıdır. Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide ve yan böğür (basen) için faydalıdır. Sonsuzluk ve yer çekiminden kurtulma duygusu verir. Urfalı; Urfaya ait demektir. X. Yüzyıldan önceye giden bir geçmişi vardır. İbn-i Sina ve Evliya Çelebi'de bahsi çok geçer. Sonraları Rast makamı, Rehavi makamının yerini almıştır. Diğer adı Ruhavi'dir.1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

4) HÜSEYNİ MAKAMI: Akrep Burcu ( Kova Burcu). Su tabiatlıdır. Satürn etkilidir. Nemli ve sıcak. Sabah ve gün ağarırken etkilidir. Sabah- öğlen arası etkisi fazladır. Cumartesi özel gündür. Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer, kalp ve ruhların iltihabını söndürür ve yok eder. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Büyük erkeklerde görülen gizli ateşli nöbeti ve günde bir kere gelen ateşli nöbetin giderilmesinde faydalıdır. Sol omuza etkilidir. Sıtma hastalığına iyidir. Barış duygusu verir. İç organlara etkilidir. Tabiat ile birleştirir. İçindeki, gizli pentatonik yapı sebebiyle, kendine güven ve kararlılık duygusu verir; bundan dolayı otistik ve spastik hastalara faydalıdır. En eski makamlardan biridir. En az altı asırlıktır. Mert bir ifadesi vardır. Kalp, karaciğer ve mide için faydalıdır. "Küçük sevgili" ve " Hüseyin ile ilgili" demektir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

5) HİCAZ MAKAMI: Yay Burcu. Ateş tabiatlı. Sıcak özellik gösterir. Jüpiter bağlantılıdır. Yatsıdan sabaha kadar olan zamanda etkisi fazladır. Kuru- soğuk nedenli hastalıklar için faydalıdır. Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro-genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer önemli etki alanıdır. En eski makamlardandır. Zengüle ve Zirgüle makamları ile yakınlık gösterir. Adını Arabistan'daki Hicaz bölgesinden almıştır. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

6) PENTATONİK MELODİLER: Pentatonik müzik, Asya kökenli Türk musikisinin en önemli ve karakteristik özelliğidir. Bir gam içindeki 7 sesten ikisinin azalması ile, 3 adet tam ve 2 adet 1,5 sesten olmak üzere 5 sesten oluşmuştur. Kendine güven ve kararlılık verir, rahatlık sağlar. Çocuklara, 9-10 yaşına kadar sadece pentatonik müzik dinletilmesi tavsiye edilmektedir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

7) ACEMAŞİRAN MAKAMI: Ateş tabiatlıdır. Kuru-sıcak makamdır. Fecirden kuşluk vaktine kadar etkilidir. Kemiklere ve beyne etkilidir. Vücutta yağ dengesine yardım eder. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğun yanlış duruşlarının düzelmesine yardım eder. Ağrı giderici ve spazm çözücü özelliği vardır. Lezzet verir, gevşemeye yardımcı olur. En eski şed makamlardandır. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

8) UŞŞAK MAKAMI: Balık Burcu. Su tabiatlı. Soğuk-nemli. Jüpiter. Fecirden kuşluk vaktine kadar ve günbatımında etkisi fazladır. Beyaz balgam, gece ve dişi bağlantılı olup; Perşembe günü özellik gösterir. Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Çocukların bütün organlarını etkileyen kuru ve sıcak yellerde ve büyük erkeklerde görülen ayak ağrılarına faydalıdır. Derin aşk ve mistik duyguların ifade vasıtasıdır. En eski makamlardandır. "Aşıklar" demektir. Uyku ve istirahat için faydalıdır, gevşeme hissi verir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

9) SEGAH MAKAMI: Su ve toprak tabiatlıdır. Soğuk makamdır. Kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkilidir. Hararetten meydana gelen şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur. XIV. Yüzyıldan eskidir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

10) SABA MAKAMI: Şecaat, cesaret, kuvvet ve rahatlık verir. Seher vaktinde daha etkilidir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

11) BUSELİK MAKAMI: Nihavend makamı ile benzer özelliği gösterir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

12) ISFAHAN MAKAMI: İkizler Burcu (Yengeç Burcu); Hava tabiatlı, ikindi ile yatsı arası etkilidir. Su bağlantısı vardır. Soğuk ve nemlidir. Beyaz balgam ile ilgilidir. Dişi, gece karakterli, Pazartesi bağlantılıdır. Soğuk tabiatlı olduğu gibi, ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği vardır. Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül yenileme, düzgünlük verme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır. En az yedi asırlık bir makamdır. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

13) NEVA MAKAMI: Kova Burcu (Oğlak Burcu); Satürn. Hava tabiatlı, kuru-soğuk özellik gösterir. Kara safra bağlantılıdır. Dişi özellik gösterir. Gece ve kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkisi fazladır. Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir. Kötü fikirleri kovduğu, cesaret ve yiğitlik verdiği, gönül sevinci oluşturduğu ileri sürülür. Kuvvet ve kahramanlık duyguları meydana getirir. Akıl hastalıklarının tedavisinde faydalıdır. En eski makamlardandır. Buluğ çağındaki kız çocuklarının kadın hastalıklarına tedavi etkisi vardır. "Ses, seda, makam ve ahenk" demektir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

14) BAKSI DANSI: Eski Türklerde baksı adı verilen koruyucu hekimlerin, tedavi esnasında transa geçmek ve bilgi almak için kullandıkları dans. - İmprovize - Kılkopuz ve dombra ile yapılan improvize müzik uygulaması. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

15) ARŞETİPİKAL HAREKETLER: Kol omuz ve baş hareketleri ile hazırlık ve terapi sağlar.İmaj Müzik: İmaj göstererek tedavinin kolaylaşması sağlar. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

16) SEMA - SEMAH: Sema ve Semah örnekleri. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

17) IRAK MAKAMI: Boğa Burcu; Venüs bağlantılıdır. Toprak tabiatlıdır. Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir. Kuru-soğuk karakterdedir. Kara safra ile ilişkilidir. Karakteri dişi olup, etkisi Cuma günü ve geceleri fazladır. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Omuz, kol, sol kol ve ellere etkilidir. Başın üst tarafına etkisi belirtilmektedir. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korku gidericidir. Saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır. Tarih olarak en az 7 asırlıktır. Spiritüel tesiri görülür. Irak-ı Acem'den gelmektedir. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

18) BÜZÜRK MAKAMI: Aslan Burcu. Ateş, Güneş. Soğuk ve sıcak-kuru tabiatlıdır. Fecirden kuşluk vaktine kadar etkili olmaktadır. Kara safra, dişi ve gece bağlantılı olup, Merkür gezegeni ve Çarşamba günü ile ilgilidir. Zihni temizler, vesvese ve korkuyu def eder. Fikre yön verir. Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır. Boyun, boğaz, göğüs, ciğer ve kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir. Farsça "büyük" demektir. Yedi-sekiz asırlık bir makamdır. 1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

19) ZİREFKEND MAKAMI: Yengeç Burcu. Merkür. Su tabiatlı. Uyku vakti etkilidir. Sıcak- nemli özelliğe sahiptir. Kan, erkek ve gündüz bağlantıları vardır; günü Çarşamba'dır. Sırt, mafsal ağrılarına ve kulunca faydalıdır. Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp, ciğer, göğüs, kalça ve sağ omuza etkilidir. Meclisin neşesini arttırır, derin duygu hissi verir. Farsça " döşek ( yatak)" demektir. XIII. asırdan önceye aittir.1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')

20) ZENGÜLE MAKAMI: Başak Burcu ( Terazi Burcu). Venüs etkisi. Toprak tabiatlı, sıcak ve nemli. Günbatımından sonra etkilidir. Hava bağlantılıdır. Kan, erkek, gündüz ve Cuma günü ilişkisi vardır. Kalça eklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur. Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin hastalıklarına etkilidir. Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder. XIII. asırdan önce Hicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal ve sırlar telkin eder, uyku verir masal duygusu verir. Farsça "çıngırak, def pulu, zil" demektir. İran mitolojisinde bir Türk kahramanın adıdır.1 dakikalık örnek mp3 dosyası (Sağ tıkayıp, 'hedefi farklı kaydet')


TEMEL GİTAR BİLGİLERİ - 3 -


Gitar nasıl tutulmalı?



Gitar nasıl bir enstrümandır?




İyi bir gitarın özellikleri nelerdir?



Klasik gitar ile akustik gitar arasındaki farklar nelerdir?



Gitar nasıl akort edilir?



Gitar tabları nasıl okunur?



Gitarda gam nedir?



Gitar parmakla nasıl çalınır?




Gitar çalarken pena nasıl kullanılır?







Gitarda parmak alıştırması nasıl yapılır?




Gitarda bare nasıl basılır?



Gitarda akor nasıl basılır?




Gitarda arpej nasıl yapılır?



En kolay basılan akorlar hangileridir?




Gitarda majör akor nedir?




Gitarda minör akor nedir?




20 Mayıs 2008 Salı

TEMEL GİTAR BİLGİLERİ - 2 -




...Gitar ile ilgili güzel dersler içeren bir dosya..indirmek için tıklayın;)


İÇİNDEKİLER Sayfa

Ders 1: Gitarın Tutuluşu.......................................................................................... 1
Ders 2: Akorun Tanımı, Am ve E Akorları.............................................................. 2
Ders 3: Ritm Çalışmaları.......................................................................................... 3
Ders 4: Dm Akoru ve Folk Ritm.............................................................................. 4
Ders 5: Am,E ve Dm Akorlarının Kullanıldığı Örnek Şarkılar................................ 5-13
Ders 6: Diğer Birinci Pozisyon Akorları (C, D, A, G, Em, B7)............................... 14
Ders 7: Do Majör, Re Majör Akorları ve Kullanımı................................................ 15-16
Ders 8: Sol Majör Akoru ve Kullanımı.................................................................... 17
Ders 9: Si Majör 7’li akoru ve kullanımı.................................................................. 18
Ders 10: La Majör, Mi Minör Akorları ve Kullanımı.............................................. 19
Ders 11: Birinci Pozisyon Akorlarının Kullanıldığı Örnek Şarkılar........................ 20-22
Ders 12: Bare Akorlar Fa Majör ve Örnek Şarkılar................................................. 23-24
Ders 13: Bare Akorlar Fa Minör ve Örnek Şarkılar................................................. 25-26
Ders 14: Bare Akorlar Si Bemol Majör ve Örnek Şarkılar...................................... 27-28
Ders15 : Bare Akorlar Si Bemol Minör ve Örnek Şarkılar....................................... 29-30
Dağarcık................................................................................................................... 31-33
Ritmler..................................................................................................................... 34-38
En Çok Kullanılan Yedili Akorlar :C7 , D7 , G7 , B7 , A7 , E7 , F7 , Bb7.......... 39


...ve güzel bir akor arşivi için tıklayın ;)

TEMEL GİTAR BİLGİLERİ - 1 -

Öncelikle Gitar çalmayı bilmediğim için gitar ile ilgili yanlış bir bilgilendirmeye sebep olmamak adına benimde kafama takılan bir soruya cevap aradım;)

KLASİK VE AKUSTİK GİTARLAR ARASINDA Kİ FARK NEDİR?
Klasik ile akustik gitar arasındaki temel fark tellerindedir. Klasik gitarda ince teller naylon (misina) dan yapılmıştır. Kalın teller ise sargılıdır. pek üzerine çelik sarımlıdırlar. Akustik gitarda ise teller tamamen çelikten yapılmıştır. Tel takımının inceliğine kalınlığına göre bazen değişse de genel olarak kalın 4 tel çelik üzerine çelik sarımlı, ince 2 tel ise sarimsiz çeliktir.
Teknik olarak klasik gitarlar parmaklarla, daha doğrusu tırnaklarla, akustik gitarlar ise pena ile çalınırlar. Ancak bu bir kural değildir. Bazı gitaristler klasik gitarı penayla, akustik gitarı parmakla çalarlar. Her iki gitarın da klavye düzenleri aynıdır, yani notalar aynı şekilde dizilmişlerdir.
Klasik ve akustik gitarlar tarz olarak da oldukça farklıdırlar. Genelde klasik gitarla klasik gitar için yazılmış parçalar çalınır. Klasik gitarın kullanıldığı diğer tarz ise flamenko'dur. Akustik gitarlar genelde rock, blues, jazz ve bunların türevleri müziklerin harmoni yapılarında yer alırlar. Yani akorlardan sorumludurlar. Tabi bu arada basta fill'ler (doldurmalar) olmak üzere solo gitar olarak da çokça kullanılırlar. Bunun yanında akustik gitar için pek çok teknik de geliştirilmiştir.

...evet bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi her iki gitar da da nota yerleri aynı olduğu için artık gitarda nota yerlerini görebiliriz.




19 Mayıs 2008 Pazartesi

Kutlu olsun bayramımız :)


Mustafa Kemal’in Samsun’a ilk gelişi (19 Mayıs 1919) ve daha sonra
"İşte Benim Doğum Tarihim" dediği gün o gün…

19 Mayıs 1919 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşmada en önemli dönüm noktasıdır. Atatürk’ün gençliğe armağan ve emanet ettiği “Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanan 19 Mayıs’ın önemini daha iyi anlayabilmek için o günleri bir kez daha hatırlamamız gerekir.

Mondros Ateşkes Antlaşması, yurt topraklarının İtilâf Devletlerince paylaşılmasını ve işgal edilmesini öngören, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecini hızlandıran, koşulları ağır bir antlaşma olarak tarihteki yerini aldı. Ateşkes koşullarının yanı sıra, mevcut yöneticilerin yanlış tutum ve davranışları sonucu ülkenin içine sürüklendiği durum, Mustafa Kemal'in uzun yıllar boyunca zihninde yeşerttiği düşüncelerini harekete geçirmesini sağladı.

Mustafa Kemal'in, millî egemenliğe dayanan, kayıtsız, koşulsuz bağımsız yeni bir Türk Devleti kurma kararını alması ve bunu gerçekleştirecek koşulları oluşturmak amacıyla Samsun'a hareketi, tarihin akışını değiştiren bir adımdır.

16 Mayıs 1919 günü öğleden sonra Galata rıhtımından ayrılan Bandırma Vapuru, Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine (millî savaşın bayrağını açmak için beklediği fırsat) atanan Mustafa Kemal Paşa ve mahiyetini Samsun'a götürüyordu. Mustafa Kemal, Samsun ve çevresinde asayişi düzenlemekle görevli idi. 18 Mayıs 1919'da Sinop'a geldiler. Mustafa Kemal iskeleye çıkarak, “Karadan Samsun'a yol olup olmadığını sordu.” olmadığını öğrenince de tekrar vapura binerek Samsun'a hareket etti ve 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun limanındaydı. Savaşlardan yenik çıkmış, bölünmüş, yorgun, umutsuz, çileli bir milleti, yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak üzere, Mustafa Kemal Samsun'a ve Anadolu'ya ilk ayak basışı o gün, o saatti. Mustafa Kemal Samsun’a çıkışında gördüğü manzara pek parlak değildi. Şehirde İngiliz işgal kuvvetleri vardı. Pontusçular sokaklarda kol geziyordu. Halk kendisini koruyamayacak durumdaydı. Ama O’nda ve O’nun gibi düşünenlerde bu azim oldukça hiçbir engel aşılmaz değildi.

Samsunlular Mustafa Kemal’i coşkun bir törenle karşıladılar. Mustafa Kemal, doğruca kendisi ve arkadaşları için hazırlanan Mıntıka Palas'a yerleşti. Bu bina Mustafa Kemal’in Samsun'a geleceği, İstanbul'dan telgrafla duyurulunca hazırlanmıştı. O gün ve ertesi günler hep burada kaldı, çalışmalarını burada sürdürdü. Samsun'a geldiğinin ilk günü emrindeki valilikler ve kolordu komutanlarından bölgenin asayiş durumunu sordu, ertesi günü Sadrazam Damad Ferid'e “İzmir`in işgalini milletin asla kabul etmeyeceğini...” telgrafla bildirirken Erzurum'daki 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa ile de bağlantı kurdu. Samsun'a gelişinin dördüncü ve beşinci günleri, İstanbul Hükümetinin ve hele İtilâf Devletlerinin kuşku duyacağı davranışları ile dikkatleri üzerinde toplamış bulunuyordu. 25 Mayıs 1919'da bazı şikâyetleri yerinde tetkik etmek üzere karargâhını Havza'ya naklettirdi. Havza'da Belediye Dairesi olarak kullanılan Mesudiye Oteli, Müfettişlik Karargâhına kiralanmış, Mustafa Kemal, Havza'da kaldığı 13 Haziran 1919 tarihine kadar arkadaşları ile birlikte burada çalışmıştı.

Havza'ya gelişinin ertesi günü, 26 Mayıs 1919'da, Havza Belediye Başkanı ve Havza ileri gelenlerinin ziyaretlerini kabul eden Mustafa Kemal, onlara: “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız…” diyordu. Bundan sonra olaylar bilindiği gibi, hızla gelişti. Mustafa Kemal, işgal devletlerine ve İstanbul Hükümetinin olumsuz tutumlarına karşı ilk direniş hareketlerini Havza'da başlatarak, 13 Haziran 1919'da da karargâhını Amasya'ya taşıttı. Mustafa Kemal Amasya’da yayımlattığı genelge ile ülkenin içinde bulunduğu durumu, yöneticilerin dirayetsizliğini, milletin kendi geleceklerini yine kendilerinin belirleyeceğini bildirerek başlattığı kurtuluş mücadelesini 29 Ekim 2003 tarihinde Cumhuriyeti İlan ederek taçlandırdı.

Mustafa Kemal, “Ben, Samsun'a çıktığım gün elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu millî kuvvete, bu Türk Milletine güvenerek işe başladım” sözleri, O'nun kurtuluş yolunda, millî birliği gerçekleştirmek düşüncesiyle çıktığı Anadolu yolculuğunda Türk Milletine duyduğu güveni ortaya koymaktadır. Bu güvene sarılan Atatürk, geleceğin Türkiye’si için “Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum.” diyerek 19 Mayıs’ı ve Genç Türkiye’yi gençlere emanet etmiştir.

16 Mayıs 2008 Cuma

MAL VARLIĞI BEYANIM :)



Elimizde ne var ne yok,yani mal varlığımızı anlatacağız.Bunun çıkış noktası Can Yücelin bir yazısı.Nurum bloğunda var orda okursunuz. Diye başlamış Erdal arkadaşımız ve benide mal beynına davet etmiş:)

Hımm şöyle bir düşündükten sonra başlayalım bakalım
Önce maddiler :)

• Çeçenin ısrar ve baskılarına dayanamayarak aldığım kampanyalı NB VESTEL ONYX 15NP-T55-ZD3M pembe laptopum(yani pemboşum :) , taşıma çantası ve onun için aldığım ıvır zıvırları …

• İçleri türlü proğram ve sülale resimleri ile dolu 1 adet 512 mb kingston flash bellek ve 1 adet 4 gb big boy marka flash belleğim. (Çok bilinmese de samsung tan çıkmış ve tavsiye ederim.)

• 2 sene önce 150 ytlye aldığım ve şimdilerde 3 te bir fiyatına almayanı dövdükleri garantisiz 2 gb ıpotum (Ama haksızlık etmiyim keman derslerinde çalışmaları kaydetmem de çok emeği geçmiştir. Üstelik hiç usanmadan aynı parçayı üst üste 5 kez on kez dinlememe gıkını çıkarmamıştır.;)

• 1 saatten fazla sürecek tüm yolculuklarda içini tıkabasa doldurduğum sırt çantam:)

• Normalin biraz üstünde sesiyle konu komşuyu bazen krize sokan kemanım HULKİ :)

• Notalarım,keman cdlerim, keman metodlarım, tellerim, evdeki herkesin ilk aldığımda sevinçle karşıladığı keman sustururcum:) ve materyalleri..

• Her fuardan ve aklıma geldikçe yeni çıkanları duydukça aldığım bir kütüphaneden biraz fazla kitaplarım :)

• Pembe, porti türlü renklerde kalemlerim, kağıtlarım , süslerim…

• İletişim özelliğinden çok her anı görüntülememe yardımcı olan çevre ısrarlarına rağmen değiştimediğim NOKİA 6670 cep telefonum.(beraber aldığım arkadaşlarım 3.ye değiştirdiği için :)

o Kazak, t-shirt, pantolon, etek…vs.vs tabi bide Perşembe pazarından nuranın almamam için beni çekiştirmesine rağmen alabildiğim türlü renkte takılarım :)


Bazıları hem maddi hem manevi değer taşısada (kitaplarım, hulki gibi.) maddi olan beyanım bu kadar:)

Gelelim manevilere …


• En büyük hazinem ailem:) Onları çok seviyorum.

• Sonra arkadaşlarım, dostlarım…

• Berrak ve Nurişle aynı anda aynı şeyleri düşünüp birbirimize bakakaldığımız ,
Sonra biz çok yan yana kaldık artık ayrılmamız lazım deyip gülüştüğümüz anlar :)

• Bizim karaçocuğu kızdırdığım anlar.:)

• Gülşah ve Büşrayla jelibon partilerim :)

• Ayşeyle olmadık zamanlarda görüşmelerimiz:) Ne kadar özlediğimizi fark etmemiz.

• Nuranla patlayana kadar kumpir yediğimiz mutlu ama karnımın ağrıdığı anlar :) .

Ve öğlenleri yaptığımız kaçamaklar. :)

• Nagehan ve Muradiye ile güzel paylaşımlarımız eski şiirli günlerimiz :)

• Güldenle solfej dersini daha eğlenceli hale getirmemiz :)

• Bloglarından tanıdğım insanlarla yapılan güzel paylaşımlar ve öğrendiklerim :)

• Tüm sokak hayvanları :)

• Bu liste daha çook uzar…

O yüzden Değer verdiğim tüm insanlarla geçirdiğim güzel her an… diyerek manevi bal beyanıma da burda son veriyorum :)

Corcianaz ın mal beyanıdır …ilgili mercilere sunulur. :)

Bende
Güliz, anka ve betül ü mal beyanına davet ediyorum..tabi kabul ederlerse;)

eylül akşamı...




bu parçanın da içinde bulunduğu albüm için tıklayınız


EYLÜL AKŞAMI

Hiçbir neden yokken, ya da biz bilmezken
Tepemiz atmış ve konuşmuşuzdur
Onca neden varken ve tam sırası gelmişken
Hiçbirşey yapmamış ve susmuşuzdur.

Aynı Anda aynı sessiz geceye doğru
İçim sıkılıyor demişizdir.
Aynı sabaha uyanırken kimbilir,
Aynı düşü görmüşüzdür.

Olamaz mı? Olabilir.
Onca yıl, sen burada
Onca yıl, ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu eylül akşamı dışında

Belki benim kağıt param,


Bir şekilde, döne dolaşa
Senin cebine girmiştir.
Belki aynı posta kutusuna,
Değişik zamanlarda da olsa
Birkaç mektup atmışızdır.
Ayın karpuz dilimi gibi batışını
İzlemişizdir deniz kıyısında.
Aynı köşeye oturmuşuzdur Köhne'de,
Belki de birkaç gün arayla.
Olamaz mı? Olabilir.
Onca yıl, sen burada
Onca yıl, ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu eylül akşamı dışında
Bostancı dolmuş kuyruğunda,
Sen başta ben en sonda
öylece beklemişizdir.
Sabah 7:30 vapuruna
Sen koşa koşa yetişirken,
Ben yürüdüğümden kaçırmışımdır.
Aynı anda başka insanlara
Seni seviyorum demişizdir.
Mutlak güven duygusuyla başımızı
Başka omuzlara dayamışızdır.
Olamaz mı? Olabilir.
Onca yıl, sen burada
Onca yıl, ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu eylül akşamı dışında

Söyleyen : Bülent Ortaçgil

12 Mayıs 2008 Pazartesi

ŞARKI SÖZÜ EKLENTİSİ


Nette bir arama yaptırırken şarkı dinlerken aynı zamanda sözlerini de görmek isteyenler için güzel bir proğram buldum ve sizinle de paylaşmak istedim;)

Paylaşmak güzeldir ilkesine sığınarak aynen paylaşıyorum;)

proğram için tıklayınız

9 Mayıs 2008 Cuma

TüM ANNELERİN VE ANNE ADAYLARININ ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN :)



Anne, hayatımızın her anında sevgi, saygı, şefkat ve ilgisine muhtaç olduğumuz 'bir aziz' varlık!..

Şair, bakınız bu aziz varlık için neler demektedir?
Ana başa taç imiş,
Her derde ilaç imiş,
Bir evlat pir olsa da,
Anaya muhtaç imiş.

Ve özetle denebilir ki; maddi-manevi bütün güzellikleriyle anne başımızın tacı, dertlerimizin ilacı, gönüllerimizin sultanı olan varlıktır!.

TÜM ANNELERİN VE ANNE ADAYLARININ ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN :) ONLARI BİR GÜN DEĞİL HER GÜN HATIRLAYALIM;) ANNECİM İYİ Kİ VARSIN:)

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Kimi Dinlemeli, Kimi Dinlememeli?



Serüven'i okuldaki iki münazara takımından birine seçmişlerdi. Lise ikinci sınıftaydı ve bu münazara işi onu çok heyecanlandırmıştı. Lise birinci sınıfların münazara takımına karşı mücadele edeceklerdi. Münazarada teknolojisiz bir dünyanın daha iyi bir dünya olduğu tezini savunacaklardı.

Serüven'i okuldaki iki münazara takımından birine seçmişlerdi. Lise ikinci sınıftaydı ve bu münazara işi onu çok heyecanlandırmıştı. Lise birinci sınıfların münazara takımına karşı mücadele edeceklerdi. Münazarada teknolojisiz bir
dünyanın daha iyi bir dünya olduğu tezini savunacaklardı; lise birinci sınıflar da teknolojili bir dünyayı savunacaklardı.

Serüven'i bu takıma seçen sınıf arkadaşları olmuştu. Hiç tereddütsüz seçmişlerdi; Serüven bile böyle bir göreve seçilmesine şaşırmıştı. Ancak sınıfında o sırada gerilimli bir ortam vardı. Sınıfının yarısı diğer yarısıyla konuşmuyordu; buna rağmen onunla konuşmayanlar bile onun mantık yürütme ve savunma yeteneğine güvenmiş ve onu münazara takımına önermişlerdi. Serüven'in yakın arkadaşları ise bu münazara işinin kötü gitme ihtimalinden endişeleniyorlardı. Ya Serüven'in liderliğini yapacağı takım münazarayı kaybederse... O zaman, onu seçenler de Serüven'i eleştireceklerdi. Serüven bu işten çekilmeliydi. Serüven'in bu işten vazgeçmesi için, onun iyiliği için propaganda yaptılar. Serüven de riski değerlendiriyordu. Münazaraların bir kazananı ve bir kaybedeni vardı. Kazanma şansı yüzde 50 idi. Serüven'in içindeki korkuları ve endişeleri körükleyen arkadaşları sonunda galip geldiler ve Serüven, okul yönetimine münazaradan çekilme isteğini bildirdi.

Yıllar sonra Serüven, bu kararına çok üzüldü. Başarının yolu, sonunda başarı olan eylemlerden geçiyordu. Hiçbir şey yapmayan insanlar başarısız olmuyordu; ama başarılı da olmuyorlardı. Serüven'in babası da onu her türlü girişiminde destekliyordu. Annesi biraz daha çekingen bir tavır izliyordu. Ama yine de hayatında hiçbir konuda ona bir engel oluşturmamışlardı.

Serüven, daha sonradan çevresindeki insanları ikiye ayırmaya başladı. Kendisini yenilikler için yüreklendirenler ve şevkini kıranlar. Serüven, başarının yolunun kendisini yenilikler için cesaretlendiren insanları dinlemek olduğuna karar verdi. Kısa bir sürede çok az insanın elde ettiği sıra dışı ve başarılarla dolu bir kariyer elde etti. Gözünü başarısızlıklarla korkutanların yanından uzaklaştı. Hemen her türlü göreve talip oldu. Bazı görevleri başlangıçta başaramayacağını düşündüyse de, göreve talip olduktan sonra gerekli bilgileri toplayıp konuda uzmanlaşmaya çalışması, istenilen sonuçlara ulaşmasına yardım etti. O zaman insanın talip olduğu her yeni ve kendi yeteneklerini aşan görevin, insanın öğrenmesine ve gelişmesine yol açtığını fark etti.

Çünkü her yeni görev, içinde sorular barındıran bir projeydi. Bu projeleri başarmaya çalışmak onu başka insanlara, kitaplara, yayınlara ulaştırıyordu. Her başardığı proje ise çevresinde iş bitirici adam olarak tanınmasına ve kendisine yeni projeler ve görevler teklif edilmesine yol açıyordu. Büyük başarıların anahtarı, küçük veya sürekli olan başarılardı.

İnsan, önüne gelen fırsatlardan kaçmak yerine, bu fırsatları kucaklamalı, hatta kovalamalıydı.

MELİH ARAT

SARAYDA MÛSİKÎ


Saray kendi bünyesinde musikici yetiştirdiği gibi, saray dışında yetişmiş olan musikicileri de ya sürekli olarak kadrosuna almış ya da onlardan zaman zaman sarayda düzenlenen musiki meclislerine katılmalarını istemiştir. "Küme faslı", sarayda görevli musikicilerle saray dışından gelenlerin bir arada calip okudukları fasıl için kullanılmış bir deyimdir. Hamamîzâde İsmail Dede Efendi'nin saraya çağrılışı bu uygulama için iyi bir örnektir.

Hamamîzâde'nin henüz Mevlevi dergahında çiledeyken bestelediği, İstanbul'da kısa sürede nam salan buselik makamındaki "Zülfündedir benîm baht-ı siyahım" sözleriyle başlayan şarkı, III. Selim'in dikkatini çekmiş ve musahiplerinden Vardakosta Ahmed Ağa'yı dergaha göndererek derviş İsmail'i saraya çağırtmıştır. Daha sonra Dede Efendi, sarayla Mevlevi dergahı arasında gidip gelmiş, bir ara sarayda müezzinbaşı görevinde bulunmuş, ama hiçbir zaman bu görevini ömrü boyunca sürdüren bir saray adamı olmamıştır. Bu da göstermektedir ki saray, İstanbul'daki musiki etkinliklerini izleyen, başarılı musikicileri bünyesine alarak gelişmelerine olanak sağlayan, onların kültürel yönden beslenmelerinde de başrolü oynayan bir işlev üstlenmiştir.



SULTAN III.AHMET'İN ŞEHZÂDELERİNİN SÜNNET DÜĞÜNÜ ŞENLİKLERİNDE, OKMEYDANI'NDAKİ EĞLENCELERDEN BİRİNDE MÜZİSYENLER. SURNAME-İ VEHBÎ ADLI ESERDEN, XVIII. YÜZYIL.

Benzer bir ortam II. Abdülhamid döneminde de oluşmuştur. Batı müziğini çok seven, kızı Ayşe Sultan'a da piyano dersleri aldırtan padişah, döneminin konaklarından sokaktaki çalgıcıya kadar İstanbul'un musikisiyle özdeşleşmiş olan Tanburi Cemil Bey'in ününü düyunca -en azından dinlemek için- Cemil Bey'i saraya çağırmıştır.

Osmanlı geleneğinde devlet, saray, padişah terimleri kavram ve mekan olarak birbirlerinden ayrılmaz bîr bütünlük gösterirler Devlet denildiğinde, onu temsil eden padişah ile hem padişahın evi, hem de devletin yönetildiği mekan olan saray bir arada düşünülür. Saray belli bir yerdeki bina da olsa, seferdeki otağ da olsa, padişahla birlikte devletin simgesidir Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda egemenliği, devleti, beyliği simgeleyen işaretler arasında musikinin de önemli yeri olduğu görülür Osman Gazi'ye Konya'daki Selçuklu sultanı Gıyaseddin Mesud'un, beylik ve egemenlik simgesi olarak gönderdiği sancak, tabl (davul) ve tuğ, Osmanlı'da saraya bağlı Cemaat-ı Mehteran-ı Alem, Mehteran-ı tabl u Alemi-i Hassa, Mehterhane-i Tabl u Alem gibi adlar da alan "Tabl u Alem Mehterleri"ni doğurmuştur. Saraya bağlı olan Tabi u Alem Mehterleri saltanat sancağının korunmasıyla görevli alemdarlar ile çalıcı mehterlerden oluşmuştu Mehter her gün ikindi üstü padişahın bulunduğu yerde, ya çadırının önünde ya da sarayda her zamanki yerinde çalardı.

Henüz başkent İstanbul'a taşınmadan, H. Murad zamanında saray için musiki kitaplarının hazırlanması, Semerkand'dan Maragalı Abdülkadir'ın II. Murad'a Makâsıdü'l-Elhân adlı kitabını ithaf etmesi, Osmanlı sarayının musikiyle ilgisinin düzeyini ve başlangıcını belirtmesi bakımından önemlidir. Ahmedoğlu Şükrullah'ın Safiyüddin Abdülmümin'den çevirdiği ve ilavelerle genişlettiği Risale-i İlmü'l-Musiki adlı kitap, Makasıd'ül Elhan, Fatih döneminde Maragalı Abdülkadir'in oğlu Abdulaziz'in eseri Nekavetu'l-Edvar (Nuruosmaniye Ktp, 3646), Fatih'e ithaf edilen Fethullah Mü'min Şirvanî'nin Arapça edvarı Risale fî İlmü'l Musiki (TSM Ktp, A 3449) gibi kitaplar, 15. yy.'ın Osmanlı musiki kültürünün oluşmasında temel alınan Doğu İslam kültür kaynaklarının saray tarafından değerlendirildiğini, daha doğru bir deyişle Osmanlı musikisinin oluşumunun ve kimliğinin belirlenmesinde gerekli birikimi sağladığını gösterir.

Klasik Dönem

Fatih dönemini anlatan Tarih-i Ebü'l-Feth yazarı Dursun Bey 1457'de Fatih'in şehzâdeleri Bayezıd ve Mustafa'nın, Edirne'de Meriç Nehri üzerindeki bir adada kurulan çadırlarda yapılan sünnet düğünündeki musiki meclisi ile orada çalınan çalgıları anlatır. Dursun Bey'in "kanunu padişahi" demesinden Fatih'in sarayındaki bu tür musiki meclislerinde saraya mahsus bir usulün olduğu, bu usule uyularak musiki icra edildiği anlaşılabilir. Dursun Bey'in saydığı, özellikle şeştar ve barbut gibi sazlara ve ud, şeştar, tanbur, rebab ve barbutun bir arada çalınmasına bakarak, bu musikinin İslam etkisini taşıdığı, henüz özgün bir Osmanlı kimliğinin oluşmadığı da anlaşılır. Burada sözü edilen tanburun bugün kullanılan tanbur olduğu şüphelidir; keza rebabın, bilinen yaylı çalgı değil de Ahmedoğlu Şükrullah'ın tanımladığı mızraplı çalgı olması daha akla yatkındır.

Fatih'in sarayında Şîrmerd adında bir udi ile İshak adında bir kanuninin bulunduğu da elimizdeki bilgiler arasındadır. Rebiyülahır 932/Ocak 1526 tarihli bir ehl-i hıref defterinde (TSM Arşivi D. 9306/3) cemaat-i saztırâşân (çalgı yapımcıları) arasında II. Mehmed (Fatih) zamanında saraya alınmış 12 akçe yevmiyeli tanburacı Muslihiddin adında bir musikici kayıtlıdır. Bu kayıt Fatih döneminde sarayda gündelikli sazende ve Bilim ve sanat etkinliklerinin sürekli bir canlılık gösterdiği Fatih döneminden sonra II. Bayezid'in tahta çıkış, törenlerinde sevinç minderleri serilip çeng ve barbut çalındığı, Dursun Bey tarihinde anlatılır.

"Seydi'nin el Matla'ı" diye tanınan Haza el-Matla' fî Beyânü'l-Edvâr ve'l- Makamat ve fi ilmü'l-Esrâr ve'r-Rîyazât adlı eser (TSM A 3459) II. Bayezid zamanında 1504'te istinsah edilmiştir. Bu kitabın başında 15. yy.'ın sonlarıyla 16. yy.'ın başlarında Osmanlı sarayının musiki siyasetini ne yolda çizdiğini göstermesi bakımından ilginç bir bölüm vardır. Yazar bu bölümde önce musiki biliminin, matematik biliminde ikinci hoca sayılan Farabî'den kaynaklandığını, daha sonra Safiyüddin Abdülmümin'in matematikten yararlanarak sesleri tespit ettiğini, Safiyüddin zamanında Bağdat'ta bilginlerin musikiyle uğraşmalarının yasak edildiğini, ama musiki biliminin aslında "İlm-ü Hakk" olduğunu, "terk edilecek fenn olmadığını" çeşitli kanıtlar ve örnekler getirerek açıklar.

II. Bayezid'in sarayında da yevmiyeli musikiciler bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'ndeki Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait 7843 no'lu defterde "cemaat-i mutrıban" arasında, II. Bayezid zamanından beri mutrib olduğu belirtilen Şaban ve Husrev adlı kopuzcularla, Sadi ve Muhiddin adlı iki kanuni ve Nasuh adlı bir kemençecinin adları geçer. Kopuzcu Hüsrev'in yanında "içeriden çıkmıştır" notunun bulunması, Bayezid'in sarayı Enderun'unda musikicilerin de bulunduğunu gösterir.

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde korunmakta olan 1558 tarihli Süleymanname'de, Esin Atıl'ın "Kanuni'nin Eğlenmesi" tanımlamasıyla verdiği iki minyatürde, bir köşkte oturan sultanın huzurunda fasıl okuyan musikiciler görülür. Aynı şekilde Kanuni'nin şehzâdeleri Bayezid ile Cihangir'in Topkapı Sarayı'ndaki sünnet düğünü şenliklerinde de benzer bir musiki meclisi kurulmuştur. Bu minyatürlerde çeng, kanun, ud rebab (kemence), ney, mıskal, daire (def) gibi çalgılar ve bu sazları çalan sazendelerin arasında bir de hanende görülür. Bunlardan birinde, iki çengi de ellerindeki çalparalarla raks ederken canlandırılır.

Kaynaklarda, Kanuni döneminde Osmanlı sarayından yevmiye alan saray görevlisi cemaat-ı mutrıban denen musikicilerin arasında avvad (udi), kobuzi, kemençeci, kanuni, çengi ve nayilerden başka gûyendelerden de (hanende) söz edilir. Saraydaki görevlileri ve sanatkarları gösteren ehl-i hıref defterlerinde musikici ve çalgı yapımcılarının adları da geçer. Bu adların yanındaki açıklamalardan, Fatih döneminde olduğu gibi III. Selim döneminde de, İran'dan saraya musikiciler getirildiği anlaşılmaktadır. Bu musikiciler, doğal olarak, saraya bildikleri ve icra etlikleri musikiyi getirmişlerdir.

15. ve 16. yy. Osmanlı saray musikisi, bir yandan Doğu İslam kültür çevresi musikisi ile hem teori, hem de uygulama bakımından ilişkilerini çok canlı bir şekilde sürdürürken, bir yandan da yerel kültürel özellikleri bünyesinde barındırmaktaydı. Devlet bu dönemde bir dünya imparatorluğu olma yolunda yürürken Osmanlı sanatının, özellikle de musikisinin, İslam sanatı ve musikisi içinde özel bir kimliğe kavuşma yolunu hazırlamaktadır. Bunu gerçekleştirirken, gerek kendisinin yarattığı, gerekse hazır bulduğu yerel özellikleri, islam kültürüyle birleştirme yolunu yöntem olarak benimsemiştir.



Lâvta Çalan Hanım. Thomas Allom'un Gravürü XIX.Yüzyıl.

1635'te, IV. Murad'ın huzuruna kabul edilen Evliya Çelebi güftesi IV. Murad'a, güftesi Gülşenî tarikatından, aynı zamanda Evliya'nın da musiki hocası Derviş Ömer'e ait bir varsağı, segah, maye ve bestenigar makamlarında eserler okuduğunu anlatır. Bir halk adamı olan Evliya Çelebi'nin çeşitli vesilelerle sarayla ilişkisi olmuş, hatta Evliya kendi ifadesine göre Kiler Odasi'na girmiştir. Padişahın bir şiirinden bir türkü bestelenmesi, bunu bir halk adamının başka eserlerle birlikte sultanın huzurunda okuması, saray-toplum ilişkileri bakımından ilginç bir örnek oluşturur. Evliya Çelebi ayrıca, IV. Murad'ın cumartesi geceleri ilahi ve naat okuyanlar ile hanende ve sazendeleri toplayarak sohbet ettiğini de yazar, bu arada saray meşkhanesinin, Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusunda has hamamın yanında olduğunu açıklar.

Aynı dönemde Topkapı Sarayı Enderun'unda bulunan Ali Ufkî Bey (Albert Bobovski), çizdiği Topkapı Sarayı plan krokisinde üçüncü avluda meşkhaneyi de göstermiştir. Bu krokiye göre bugün yerinde bulunmayan meşkhanenin, Arzodası'nın sağ tarafında, bugün padişah elbiselerinin sergilendiği yapının önünde olduğu anlaşılmaktadır. Günümüze Haza Mecmua-ı Saz u Söz adlı, döneminin pek çok eserininin ve varsağı gibi halk musikisi örneklerinin notalarını içeren bir kitap bırakmış olan Ali Ufkî Bey, meşkhanenin gün boyu açık kaldığını, yalnız geceleri kapandığını, musikicilerin burada hocalarından ders aldıklarını yazar. Ders veren hocalar saray dışında yaşayan musikicilerdir, her gün ilk divan toplantısının ardından saraya gelirler. Enderun'daki çeşitli odalardan toplanmış musikiyle ilgili içoğlanları kendi odalarında yaşarlar. Sultan Murad zamanında saraydaki bir italyan muzikçinin Batı müziği tekniği ile hazırladığı konseri dinleyen Ali Ufkî Bey konserde kullanılan çalgıları kemence, tanbur (veya şeştar), santur, mıskal, ney, ud diye sıralandıktan sonra, halk şarkılarını çalmak için de çağana, çöğür, tanbura, tel tanburası ve çeşdenin kullanıldığını yazmıştır.

17. yy.'ın sonlarıyla 18. yy.'ın başlarındaki Osmanlı musikisi konusundaki en önemli kaynak eseri yazan tarihçi ve besteci Moldavya Prensi Kantemiroğlu musikinin Osmanlılar'da Sultan Mehmed zamanında, İstanbullu bir asilzâde olan Osman Efendi'nin çabalarıyla canlanıp olgunlaştığını söyledikten sonra, saray çevresindeki ünlü musikicilerin adlarını verir. Saray başkesedârı Davul İsmail Efendi ile hazinedarı Latif Çelebi'nin musikiyi çok seven kimseler olduklarını kaydederek, Osmanlı musikisinin teorisiyle ilgili kitabını onların teşvikiyle yazdığını, Osmanlıların ilk dönemlerinde sürekli savaşlarla uğraşmak zorunda kalan sultanların musikiye ve güzel sanatlara artık büyük önem verdiklerini belirtmiştir.

Batılılaşma

18. yy'ın Osmanlı sarayı, devletin sona doğru gidişinin hızlandığı bir dönemi yaşamaktadır. Yüzyılın sonlarına doğru kültürel alanda kullanılan tercih Batı yönünde olmaya başlamıştır. III. Selim, şehzâdeliğinde edebiyat, musiki ve tarihle uğraşmıştı. Onun padişahlığı döneminde mimarlık alanında Batı etkisi kendini göstermekteyse de sultanın musikisinde böyle bir etki görülmez. III, Selim'in devlet adamlığı kadar, musikiciliği ve besteciliği de önemlidir, İstanbul'un fethinden sonra başa geçen padişahlar arasında III. Selim'den başka IV. Murad, IV. Mehmed, II. Mustafa, I. Mahmud ve II. Mahmud musikiye özel önem veren sultanların başında gelirler. Bu padişahlar zamanında sarayın musikiye ilgisi resmî bir ilgiyi çok aşmıştır. Padişahlar dışında şehzâdeler, hanım sultanlar ve öteki hanedan mensupları arasında da sayısız musikici ve musiki heveslisi çıkmıştır. Buna karşılık, musikiden hiç hoşlanmayan padişahlar da olmuştur: bunların basında III. Osman gelir. IV. Mustafa'nın kısa saltanatı sırasında da saraydaki musiki meclislerine son verilmişti. Daha sonra tahta geçen II. Mahmud zamanında geleneksel musikinin saraydaki son parlak dönemini yaşadığı söylenebilir.



Saray Bahçesinde eğlence. Ud, Çengi, Def. XVI yy. başları.

Rauf Yekta, II. Mahmud dönemindeki musiki etkinliklerini ele alırken bu padişah zamanında Topkapı Sarayı'ndaki Serdab Kasrı'nda okunan ferahfeza faslını da sözlü kaynaklara dayanarak canlı bir dille anlatır. Bu fasla hanende olarak Dede Efendi, Dellalzâde İsmail Ağa, Şakir Ağa, Çilingirzâde Ahmed Ağa, Suyolcuzâde Salih Efendi, Kömürcüzâde Hafız Efendi ve Basmacızâde Abdi Efendi; neyzen olarak Kazasker Mustafa izzet Efendi, musahip giriftzen Sait Efendi; kemanilerden Rıza Efendi, Mustafa Ağa, Ali Ağa; tanburîlerden de Numan Ağa, Zeki Mehmed Ağa, Keçi Arif Ağa ve Necib Ağa gibi zamanın çok değerli musikicileri katılmıştır. Gene Rauf Yekta'nın naklettiğine göre, fasıl heyeti saray adetine uygun olarak, yere serilen kırmızı bir yaygı üzerine oturmuş, padişahın iltifatına mazhar olduktan sonra faslın icrasına başlamıştı.

Hızır İlyas Ağa, II. Mahmud'un sarayında Enderun'da yetişmiş bir ağadır. Yazdığı Letâif-i Enderun adlı anılan Osmanlı musiki tarihi bakımından da önem taşır. Dönemin saray görevlisi musikicilerin hangi odalarda ve görevlerde olduklarını, ilişkilerini, eserlerini, kişiliklerini bu eserle anlamak mümkündür.

Enderun, Osmanlı saray musiki hayatinin en önemli kurumudur. Enderun'da padişahın özel hizmetinde bulunan ağalar Seferli, Kiler, Hazine ve Has odalarında yaşarlardı. Musikiciler ise Seferli Odasında toplanmıştı. Seferli Odası IV. Murad zamanında kurulmuştu. Bu oda kurulmadan önce musiki eğitimi ve terası için "büyük" ve "küçük" odalar kullanılırdı.



Hızır Ağa. Tehhimü'l Makâmat fî Tevhîd'in Nagâmat'dan. XVIII Yüzyıl.

Musiki sarayın harem bölümünde de öğretilir ve icra edilirdi. Haremdeki cariyelerin musiki hocaları hem saray içinde, hem de kendi evlerinde ders verebilirlerdi. Osmanlı sarayında kadınlar arasından yüzyıllar boyunca sayısız musikici çıkmıştır; ancak, bunların pek azının adları ve eserleri biliniyor. Sarayın en ünlü kadın bestecisi 18. yy.'ın ortalarında yaşayan Dilhayat Kalfa'dır. Dilhayat Kalfa'nın özellikle evcara peşrevi ile aynı makamdaki saz semaisi, mahur (Tâ-be-key sinemde cây etmek cefâ vû kîneye), eviç (Çok mu figanım ol gül-i zîba hıram için) ve rast (Nevhıramım sana meyl eyledi can bir, dil iki) besteleri Türk musikisi repertuvarının değerli eserleri arasındadır. Kantemiroğlu'nun peşrev ve saz semailerinikaydettiği Reftar Kalfa da eserleri günümüze ulaşan bir başka kadın bestecidir. Levnî'nin ünlü minyatürü bir tanbur, bir mıskal, bir zurna ve bir daireden kurulu bir harem saz takımını canlandırır.

II. Mahmud Enderun'u kaldırmıştır. III. Selim'le başlayan yenileşme hareketleri, II. Mahmud'un yeniçeriliği kaldırıp Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla Batı tarzında bir ordu kurmasıyla gerçekleşmiştir. Bunun doğal sonucu olarak Mehterhane de kaldırılmış, yerine Muzıka-i Hümayun'un kurulup başına Giuseppe Donizetti getirilmiştir. Bundan sonra Osmanlı musikisi, kimliğini gitgide yitirecek, bir başka yöne, Batı'ya dönecektir. Saray, bundan sonra musikiyi teşvik işlevini Batı müziğini daha çok teşvik ederek yerine getirecektir. Abdülmecid'in padişah olması ve Tanzimat'ın ilanı musikide Batılılaşmayı tescil eder. Dönemin büyük bestecisi Dede Efendi'nin, Abdülmecid'den hacca gitmek bahanesiyle izin alarak saraydan ayrılması bir bakıma Osmanlı musikisinin saraydan gördüğü desteğin artık zayıfladığını simgeler.

Abdülmecid döneminde Muzıka-i Hümayun'un yöneticisi Donizetti'nin çalışmalarıyla Batı müziği Osmanlı sarayına taşınmaya başlar. Sarayda bandonun yanı sıra bir de salon orkestrası kurulur. Donizetti Paşa Osmanlı sarayındaki Türk öğrencilerine notayla İtalyanca şarkılar söylemeyi öğretir. Zamanla gelişen saray orkestrası İtalyan operalarından parçalar çalar; önce sarayda, sonra da şehirde Batı müziği zevkinin ilk temellerini atar.

Kaynak :

Bu yazı Ekinciler Holding'in Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. Yüzyılı münasebeti ile hazırladığı kültür serisinin 3. olan "Sultan Bestekârlar" adlı CD/Kitap dan alınmıştır.

6 Mayıs 2008 Salı

İNGİLİZCE ÖĞRENMEK



Atilla, İngilizce öğrenmek istiyordu. Okul yılları geride kalmıştı ve okuldaki İngilizce dersleri bir işe yaramamıştı. O da bir kursa gitti. Ne var ki, kursta ikinci kura geçmesine rağmen kur açılmadı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra kur açıldı; fakat bu sefer de iş yüzünden o devam edemedi.

'Her gün bir kelime öğrensem üç yılda bin kelime öğrenirim' dedi. Her gün sözlükten bir kelime çalışıyordu. Ama onda da süreklilik sağlayamadı. On-on beş gün çalıştıysa da sonra bıraktı. Alt yazılı filmler izledi. Epeyce bir film kültürü olmuştu; ama bu pratiğin İngilizce bilgisine neredeyse hiç katkısı olmadı. İngilizce öğrenmekten umudunu kesecekti neredeyse. Bir taraftan da İngilizce öğrenemeyeceğini
düşünmeye başlamıştı. Belki dil öğrenmek, keman çalmak gibi bir yetenekti ve Atilla'da da bu yetenek yoktu. Çalıştığı şirkete yeni biri başladı. Bir gün onu İngilizce bir yönetim kitabı okurken gördü. Şaşırdı ve imrendi. Bir gün yeni çalışma arkadaşına 'merhaba, hayırlı olsun' dedikten sonra nasıl İngilizce öğrendiğini sordu. Herhalde İngilizce eğitim yapan bir üniversiteden mezun olmuştu. Cevap şaşırtıcıydı. "Kendi kendime öğrendim." Atilla, "Herhalde yurtdışında filan kaldın" dediyse de bu tahmin de doğru çıkmamıştı. Yeni iş arkadaşı Dursun şöyle cevap verdi: "Biraz oyunlarla, biraz yarışmalarla biraz da kişisel ödüllerle, merdiven çıkar gibi. Merdivenler basamak basamak çıkılır ve merdivenleri çıkmayı bırakan evine ulaşamaz." Yani sürekli bir çaba göstermek gerekiyordu.

Atilla, Dursun'un söylediklerini düşündü. Merdiven örneğini de... Merdiven temelden başlar. Kendi İngilizce bilgisini düşündü. Bir kere temeli sağlam değildi. Dilbilgisi kurallarını, temel kelimeleri ve fiileri bile çok iyi bilmiyordu. Öncelikle apartmanın zemininden başlamaya karar verdi. Sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi. Bir de merdiven örneğini kullanmakta kararlıydı. Merdivenin basamakları eşit yükseklikteydi. İnsan da merdiveni çıkarken çoğu zaman her basamağı çıkmak için eşit zaman ayırırdı. Çok katlı bir binanın merdivenlerini çıkarken insan bazen yorulur yavaşlar; ama durmazdı. Üstelik bu iş ancak beşinci kattan sonra başlardı.

O da her hafta İngilizce çalışmaya, iki defa ikişer saat ayırmaya karar verdi. Dairesine ve işyerindeki odasına hep merdivenle çıkıyor, merdiven örneğini aklında canlı tutuyordu. Gerçekten temel düzeydeki birkaç kitabı bu yöntemle bitirdi. Ondan sonra yeni çalışma arkadaşının 'oyun ve eğlence' ile öğrenme yöntemine geçti. Orta düzeyde bir İngilizceye ulaşınca İngilizce bir fıkra kitabını alıp Türkçeye çevirmeye başladı. Bir de eski kitapçılardan eski İngilizce dergiler aldı. Her hafta bunların belirli bir kısmını okumaya çalışıyordu. Eğer o hafta için öğrenmeye karar verdiği bölümü bitirebilirse, yarışı kazanmış oluyordu ve kendisine bir sinema ısmarlıyordu. Bu arada eski film izleme tekniğini de yeniden devreye aldı. Evde bir müzik setine bağlı bir DVD player vardı. Önce filmi izliyor; sonra televizyonu kapatıyor ve sadece müzik setinden İngilizce konuşmaları dinliyordu.

Bu arada yaşadığı şehrin turistik yerlerine ilişkin bilgileri de İngilizce olarak çalıştı. Kendisine 'gönüllü ve ücretsiz rehber' diye bir yaka kartı hazırladı ve turistlerin bol olduğu yerlere gitmeye başladı pazar günleri. Turistlere İngilizcesini geliştirmeye çalıştığını söylüyor ve isteyenlere bildiği kadarıyla tarihi cami ve yapıları gezdirebileceğini belirtiyordu. Her pazar en az birkaç turisti bu şekilde gezdirerek İngilizce konuşma pratiği yapma şansı da bulmuştu. Pazar günlerini iple çekiyordu. Çünkü yeni insanlarla tanışmak, onlarla konuşmak çok eğlenceliydi. Bir taraftan cumartesi günleri de çalışmalarına devam ediyordu. Bir pazar günü yeni tanıştığı bir turisti gezdirdikten sonra ona bir İngilizce bir yönetim kitabı hediye etti. Atilla, heyecanla kitabı işe götürdü ve fırsat buldukça okumaya başladı. İşte arkadaşlarından biri onun elinde kitabı görünce 'Nasıl İngilizce öğrendiniz?' diye sordu. Atilla da cevap verdi: "Biraz oyunlarla, biraz yarışmalarlabiraz da kişisel ödüllerle, merdiven çıkar gibi."
MELİH ARAT

5 Mayıs 2008 Pazartesi

ATLANMAYACAK YAZI...


Bazen öyle geliyor ki, bir kitabı atlaya atlaya okur gibi yaşıyoruz. Kitabın başından sonuna doğru ilerliyoruz; ama kitabın söylediklerinin farkına varamıyoruz. Bazen paragrafları atlıyoruz; bazen sayfaları... Bazen de okuduğumuzu, düşündüğümüz cümleleri, satırları bile anlamadan geçiyoruz.




Ne yediğimizin tadının farkındayız, ne de "Nasılsın?" diye sorduğumuzda ne sorduğumuzun... Bazen herhangi bir kurumun gişesindeki memurla tartışıyoruz; onu suçluyoruz; ama yine ne olduğunu anlamadan başka bir sayfaya geçiyoruz; sadece olumsuz bir enerji kalıyor üstümüzde. Geçtiğimiz yollarda ne ayrıcalıklı bir manzara sunan bir ağacın farkındayız; ne de Caferağa Medresesi'ndeki minyatür, cam boyama, ney kurslarının yaşamımıza katabileceği umut, zorluk ve heyecanların... Atlaya atlaya yaşıyoruz. Ne annemizi, ne eşimizi, ne arkadaşımızı, ne de çocuğumuzu kırdığımızın farkına varmadan yaşıyoruz... Ve bir sonraki sayfaya atlıyoruz.

İki cuma günü üst üste gazetelerdeki intihar haberlerini okudum. Bir tanesi yeni mezun, çok başarılı olmaya aday genç ve nur yüzlü bir avukat... Bir tanesi yeni hakim olmuş bir anne... İkisi bizden uzakta buluşmuşlar; bağlayamıyoruz; anlayamıyoruz... Haberleri okuyor; üstüne ince belli bardakta bir çay daha içiyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.

Yaşadığımız şehre 500 yaşında bir büyüğümüz (Leonardo da Vinci) gelmiş; bizimle sohbet etmeye; paylaşmaya; yapabileceklerimizi; yapılabilecekleri hatırlatmaya... Onun bir kitabı çıkmış; ama bazılarının kapaklarında bir bozukluk var. Kitap da tükenmiş; kitabı almak istiyoruz; bakıyoruz ki kitabın kapağında bir hata var; kitabı almayıp bırakıyoruz. Kitabın kapağını değil, içindekileri okuyacağımızı unutuyoruz. Oradan çıkıyor ve arabamıza atlayıp gidiyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.

Soğukçeşme Sokağı'nda İstanbul Kitaplığı sessiz ve mütevazı bir dostluk sunuyor; Sirkeci'den Beyazıt'a doğru hızlı adımlarla yürüyoruz. Hemen yanından geçtiğimiz İstanbul Kitaplığı'ndaki kitapların satırlarının yanı başından geçiyoruz; ama fark etmiyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.

Bir terziye beş YTL borcumuz var. Küçük bir para; ama bir ara üstümüzde nakit kalmadığı için ödeyememişiz. Birkaç gün sonra yakınlarından geçiyoruz. Üstümüzde para da var. Güzel bir restoran görüyoruz. Hoşumuza gidiyor içeri giriyoruz. Yemek yerken zaman geçiyor ve bir telefon gelince oradan uzaklaşmak zorunda kalıyoruz. İçimizden terziye olan borcumuzu sonra öderiz diyoruz. Bu küçük terzi için, bayrama ve yeni yıla girerken bizim için önemsiz olan bir beş YTL'nin onun için önemli olacağını düşünemiyoruz. Hızla yeni randevumuza doğru ilerliyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.

Koca bir yılı geride bırakmış; nasıl geçtiğini anlamamışız; ne olduğunu fark edememişiz; tıpkı bir kitabın sayfalarını, paragraflarını atlaya atlaya okur gibi geçirmişiz zamanı. Hissedememişiz yaşamı... Özel anları ve aslında her anın çok özel olduğunu. Ne uykumuzun tadına varabilmişiz; ne dinlediklerimizin, ne de izlediklerimizin anlamını keşfedebilmişiz. Tuğla üstüne tuğla koyar gibi, özelleştiremeden hiç tanımadığımız insanların arabaları gibi geçip gitmiş yaşamımız. Gerçek bir ikinci şansımız da yok yaşanmışı yeniden yaşamaya; hissetmeye, anlamaya, durmaya ve düşünmeye... Yeni yılda kitaplarınızı atlamadan okumanız ve yaşamınızı atlamadan yaşamanız dileğiyle...

Melih Arat