29 Ocak 2008 Salı

Karlar düşeeeerrr...Ney’i nasıl dinlemeli...


Karlar düşer ... Düşer düşer ağlarım...Hep ismini ... ismini anarım...

eveett..bu sabah Kar var İstanbul' daaaaa :) ama üşümekle beraber ağlamadığım gibi seviniyorum ben..umarım daha çok yağar da kartopu oynamaya çıkarız:)

Bu karlı günde bakalım neler paylaşıcaz:)
Eveettt...sizde benim gibi ney dinlemeyi severmisiniz? Cevabınız evet ise buyrun bakalım:) Ney nasıl dinlenmeliymiş hep beraber öğrenelim ;)


Ney’i nasıl dinlemeli

Dinle Çünkü; dinlemek, dokunmaktan, tatmaktan, koklamaktan hatta görmekten daha önemli ve daha önceliklidir.

Dinle neyden duy neler söyler sanaSızlanır hep ayrılıklardan yanaKestiler sazlık içinden der beniDinler ağlar hem kadın hem er beni

DİNLE

Çünkü; dinlemek, dokunmaktan, tatmaktan, koklamaktan hatta görmekten daha önemli ve daha önceliklidir. Beş duyun ile elde ettiğin bilgilerin hepsinin doğruluğundan emin olamazsın. Algıladıklarını bilgi düzeyine yükseltebilmen için ayrıca çaba harcamak zorundasın. Bu çabanın en azı ve en verimlisi dinleyerek algıladıkların için olacaktır. Göz’ün kapağı vardır, kapanabilir; görevini yapabilmek için ışığa muhtaçtır. Ayrıca hem yön’le hem de açıyla sınırlıdır. Gözün algılayabileceği varlıklar da sınırlıdır. Sadece somut varlıkları, o da gerekli şartlar mevcutsa görebilirsin. Işık yoksa, karanlıktaysan göremezsin. Ama duyabileceklerinde böyle sınırlar yoktur. Somut varlıklardan soyut varlıklara, bu âlemden, ledûnne, ahirete, melekûta, ilhama, işraka, hisse ve akla dair her türlü hadisenin, vakıanın, mefhum ve mânâ’nın bilgisine, bütün bunların ve en önemlisi ‘kendi’nin gerçeğine ancak dinleyerek ulaşabilirsin. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri dinleyenleri muhatab almıştır. Vahye mazhar olanların hepsi “dinleme” hassasına sahip olanlardandır.

Duymak, işitmek yetmez; dinle. Öyle dinle ki, ses ve söz önce bilgi’ye sonra hikmet’e dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil, ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez; aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın.

NEY’DEN
Ney; ses çıkaran aletlerin en ilgi çekici olanıdır. Yapısının basitliğine rağmen, ne öğrenilmesi kolay, ne de çıkarabildiği sesler sıradan veya tekdüzedir. Duyan, dinleyen üzerindeki etkisi ise idrak ve ifade sınırlarının bir hayli ötesindedir.
Ney ile ârif arasında bir çok benzerlik vardır ve bu yüzden ney kâmil insanı simgeler. Ney’in simgelediği insan herhangi bir insan değildir. İrfan sahibi, akıl sahibi insanın ağzından etkili, aşıkâne, anlamlı sözler dökülür. Ney’in sesi de öyledir.
Ney; dümdüz ve dosdoğru bir şekil üzeredir. Kemale ermiş insanların da hâl ve tavırlarında, eda ve üsluplarında hele de sözlerinde hiçbir eğrilik göremezsin. Sesi duyulmadıkça ney; kuru, üstelik içi boş, fazladan bir de üstüne bir takım delikler açılmış herhangi bir çomak veya kamış gibi görülür. Gerçek ârifinde dış görünüşü böyle sıradan bir görünüştür. Her türlü görünüş özelliği ve gösterişten uzak, her türlü kendini görünüşle ifade arzusuna yabancı, süssüz, çalımsız, temiz, duru ve sade.
Kâmil insan, arif, evliya, Allah dostu gibi terimler, ruhunu kemâle erdirmiş, hâli ve fiili ile yücelmiş gerçek insanı ifade eder. İnsan bu dünyaya başıboş kalması için gönderilmiş ve başıboş bırakılmış değildir. Bedeni ile herhangi bir canlıdan farkı olmayan insanı diğer canlılardan üstün kılan, yükselebilmesi, kendi gerçek değerini artırabilmesidir. Canlı anlamına gelen “hayvan” ile “insan” arasındaki fark, ruhunu yüceltebilme, sonsuzluğu hakedebilme kabiliyetidir.
Ney’in içi her şeyden boş, sadece aşk nefesi ile doludur. İrfan sahibi ermiş insanların gönlü de her türlü, şüphe, endişe, vesvese, hırs, riya gibi zararlı duygulardan temizlenmiş, sadece ilahî aşk ile doludur. İşte bu kâmil insanlar, maddeyi aşmış, bilgiyi hikmet ve irfana yükseltmiş olanlardır. Onlar, benliklerini muhabbetullah içinde eritmeyi başarmış olanlardır. Onlar yaratılışın asıl gayesi olan mükemmelleşme, noksanlıklardan kurtulma yoluna girmiş, belirli mesafelere ulaşmış olanlardır.

NELER ANLATIYOR,
Ney’in sesi, dinleyenlerin içindeki aşkı kuvvetlendirir. İrfan sahipleri, bilgiyi hikmet ve irfan derecesine yükseltebilmiş olanların sohbetlerinde de aynı tesir vardır. Arif kişileri dinledikçe içindeki aşkın arttığını, dünya elemlerinden, basit dertlerden kurtulduğunu, adeta hafiflediğini hissedersin. Ney’in sesi dinleyene bir aşk hikayesi anlatır, ney’i dinleyen o yanık seslerin arasından bir aşk macerası hisseder. İrfan sahiplerinin anlattıkları da gerçek aşıkların hâlleridir. Onların sohbetlerinden ötelerin gerçekleri öğrenilir. Ney’in hüneri dış görünüşünde değil, içindedir. İrfan sahiplerinin de asıl üstün özellikleri içlerindedir. Onlar; mevki, makam servet ve maddi güç sahibi değildirler. Onların gücü sıradan insanların sahip olduğu maddî güçlerin ötesinde ve üstündedir. Manevî güç sahibidirler.
Ney, kendi başına hiçbir şey değildir. Bir üstada, kendisinden o güzel seslerin çıkmasını sağlıyacak bir erbab’a muhtaçdır. İnsanında tekamülü de böyledir. İnsan kendi başına kalırsa şeytanın maskarası olur. Yücelmek için bir üstadın elini tutmaya, Onun gösterdiği yol üzere gitmeye muhtaçtır.
Tıpkı ney’in ne olduğu ancak bir üstadın hüneriyle sesi çıkınca belli olduğu gibi, ârif’in irfanı da konuşunca değil, ancak söyledikleri can kulağıyla dinlenince anlaşılabilir. Nasıl, ney’in sesinin kaynağı ney’in kendisi değil, ona üflenen nefesse; hakikî ârifin kelâmı’nın kaynağı da kendisi değil, her nefes irtibat hâlinde bulunduğu hakikî irfan deryasıdır. Zaten o, kendinden geçmiş, kendini aşmış, kendi olmaktan kurtulmuştur. Böylece de hakikat deryasının nurunu, ziyasını ve bereketini çöl karanlıklarına akıtmaya vasıta olmuş, vesile olmuştur.

AYRILIKLARDAN ŞİKAYET EDİYOR
Dünya insanın gurbetidir, asıl vatanı değildir. Ney’in asıl vatanı da koparılıp getirildiği sazlıktır. Sazlıkta yeşil ve canlıydı. Bu dünyada kurudu. İnsan da ruhlar âleminde iken sonsuz lezzetler, manevî hazlar içindeydi. Dahası, mutlak mânada özgürdü. Bu çile ve meşakkat dünyasına gelince o tatlardan mahrum kaldı. Kurudu. Şimdi özgürlüğü özlüyor ama, nasıl bir şey olduğunu bile hatırlamıyor, bilmiyor.
Ney, asıl vatanı olan kamışlıktan kesilip getirildiği için gurbettedir. İrfan sahibi olanlar da bu dünyada ev sahibi değil, gurbet ehli olduklarının bilincinde yaşarlar. Yaşadığı yerin gurbet olduğunu bilen, vatanındaymış gibi yaşayamaz. Onun için sıla özleminden, ayrılık acısından, eza ve cefadan başka hâl; bir gün bu çilenin biteceğini, özlediğine kavuşacağını, aslına rücu edeceğini bilmekten başka da sevinç ve mutluluk yoktur.
Özlemek için sevmek, sevmek için de bilmek lâzımdır. Özleyeni dinle ki, sana neden sevdiğini anlatsın. Neden sevdiğini merak et ki ne olduğunu öğrenesin. Bileni dinle ki senin de belki bir gün bilme ümidin olsun.
Ve nihayet; kendini öğren ki asıl ihtiyacını anlayasın. Dünyada ne kadar gam, kasvet, çile, meşakkat varsa; bunlara ait ne kadar şikâyet varsa hepsinin de bir tek noktadan, işin aslını bilmemekten kaynaklandığını öğrenmekten korkma. Bu noktaya ulaşınca anlayacaksın ki asıl korkulması gereken gerçeğin kendisi değil, ondan habersiz olmaktır. Özgürlük istiyorsan önce ayrılığın anlamını öğren ki özlemenin anlamı olsun.
İşte Mesnevî baştan sona bu ayrılık macerasının hikayesinden ibarettir.


M. Sait Karaçorlu AHENK Dergisi Mesnevi Dersleri

28 Ocak 2008 Pazartesi

ŞARKI SÖZÜ YAZMANIN İPUÇLARI - BÖLÜM II

KONU BÜTÜNLÜĞÜ VE KONULANDIRMA

Şarkı sözünde konu işlenmemiş bir konu bulmak kadar, konuya sadık kalarak tüm söz boyunca konu bütünlüğünü korumakta ayrı bir zorluktur. Burada hemen kafamızın içine şu basit kuralı koyalım "bir iğnenin deliğinden ipi nasıl geçiriyorsak mısraları da konunun içinden öyle geçireceğiz"Yani konuya sadık kalacağız, konu içinde başka ara sokaklara sapmayacağız.
Öncelikle konu kavramını biraz ele almak lazım bence zira sizce konusu olan bir şarkıyı ben konusuz diye tanımlayabilirim. Konu sizce genelin kendisidir bence detayın kendisidir. Hemen açalım bu mevzuumu. “Ayrılık” denen materyali ele alalım mesela. Konusu ayrılık olan bir şarkı yazdım derseniz, ayrılık mevzusu bir okyanustur siz bunun neresini ele aldınız bu okyanustaki balıkları mı mevzu ettiniz, gemilerimi, yoksa kıyılarını ya da dalga ve girdaplarını mı diye sorarım. Okyanusun nesini yazdınız hangi detayını ele aldınız? Yok genel olarak ele aldım hepsinden biraz var derseniz işte burada konu değil konusuzluk, anlatılan şeyde belirsizlik vardır. Ayrılığın arkasından çekilen üzüntümü, bekleyiş mi, sevgiliden dönme talebi mi yoksa sitem mi? Her neyi anlatıyorsanız o detayın içinden çıkmamaya ve o yolda kalmaya özen gösterin. Daha basit açıklayacak olursak mesela; bir sevgilinin güzelliğini (ellerinin, saçlarının, gözlerinin) ifade edecek bir şiir yazmaya karar verelim. Buna tür olarak methiye denir, peki konu nerde? Methiye konu değil ki, türdür. Biz bu methiyeyi düzerken genele inerek anlatırsak (her bir yerini anlatmak gibi) konuyu nasıl isimlendiririz! Diyebilir misiniz ki konu sevgilinin güzelliğinin anlatılmasıdır? Hayır efendim o türüdür yani ona methiye dizmek denir konu bence yoktur. O halde sadece sevgilinin gözlerini ele alalım ve sırf onu anlatalım şiir boyunca. İşte o zaman konu nedir diye sorulduğunda diyebiliriz ki türümüz methiye, konumuzu ise sevgilinin gözleridir, yani konu gözlerdir diye isimlendirebiliriz. Toparlayacak olursak konuyu genelde değil detayda arayın. Şiir boyunca işte o detayın içinde kalabilmek sizin kalem kalitenizi gösterecektir.Güfteyi konulandırırken bir diğer yaklaşım tarzımız mizahsal anlatım tekniği olabilir. Bu benim kişisel kanaatimce eline şiş alıp örgü örer gibi konuyu yazmakta olduğumuz şiirin içine örmektir. Methiye türü şiir dedik, örneğimizi yine bu noktadan alalım ki açıklaması benim için kolay olsun. Evet tür olarak methiye yazacağız diyelim yine ve öyle sadece gözlerini ya da ellerini anlatmak gibi detaya girmeyip genel olarak methiye yazacağız. Peki nasıl konulandıracağız ki bu durumda mizahsal anlatıma uygun olsun. Konu olarak tabiatı seçtim diyelim. Evet evet konum tabiat olacak ve sevgiliye methiye düzeceğim yani iki ayrı yün var elimde ve kalemim ise benim şişim olacak bu iki yünü birbirine öreceğim. Tabiatı konu ederekten sevgiliye methiye düzeceğim, böylece tabiat konulu methiye yazmış olacağım ki işte bu mizahsal anlatımdır. Yani iki ayrı yünden kalemimizle bir kazak örmek gibi bir şey. Şayet bu tur bir yazım tekniğini kullanmak istiyorsanız benden size söyle bir ipucu; önce içine katacağınız konunun kullanmak istediğiniz materyallerini bulun ve bir kağıda yazın (yani kelimeleri). Bu birkaç gününüzü alabilir, sonra geriye bunları cümle içinde kullanmak kalacaktır ki işiniz hayli kolaylaşır.Biraz önceki örneği anlatan benim tarafımdan yazılmış bir şiiri önünüze koyuyorum ki anlatmak istediğimi bir örnekle daha iyi anlaşılsın.DENGİN DEĞİL KİEşsiz güzelliği olan tabiatBu gönlümde senin dengin değil kiDoğanın göz nuru ipek kozalakSaçlarından daha narin değil kiSevgin kadar huzur vermez sahillerOkşamaz ruhumu meltemler, yellerYeşili maviye çalan denizlerGözlerinden daha derin değil kiDüşmekten korkarım sevdanla dileAşkın yüce dağdan engin değil kiEn şifalı gizli bitkiler bileSözlerinden daha keskin değil ki

Cengiz ATABAYŞİİRDE İLK İKİ SATIRIN ÖNEMİ

Kompozisyon yazarken nasıl ki ana fikir yazının sonuç bölümünde olur şiirdeyse ana fikir, konu ilk iki satırda olmalıdır. Çünkü şiire güçlü bir giriş yapabilmek şiiri şiir yapan en önemli özelliklerden biridir bence (eğer öykü türü bir şiir yazmıyorsak). Konulu bir giriş yapabilmek için konuyu ilk iki satırda özetlemeliyiz sonraki gelen satırlar o ilk iki satırdaki konun açılımıdır sadece.Mesela konu tabiat dedik yukarıdaki şiirde ve mısralara tabiatta bulunan materyalleri yerleştirdik. İlk iki satıra bakalım hakikaten bu şiirimde "Eşsiz güzelliği olan tabiat, Bu gönlümde senin dengin değil ki". Kısaca konu burada açıkça net olarak ifade edilmiştir. Yani sen tabiattan daha güzelsin ana fikri ilk iki satıra açıkça yerleştirilmiş devamında gelen satırlar bu konuya sadece açıklık getirmiş neden öyle olduğunu izaha yönelmiştir. Mesela otuz beş yaş şiiri de öyle değil midir?Yaş otuz beş yolun yarısı ederDante gibi ortasındayız ömrün…İşte şiirdeki konu burada açıkça görülüyor. İlk iki satırda ne kadar net ifade edilmiştir, gerisi konuyu izahtır.

CEVAP ESER NEDİR?
Bu konuya da kısaca değinmek istiyorum cevap eserler genelde çok tutmuş hit olmuş şarkılara cevap niteliğinde yazılan eserlerdir ki bundan amaç tutan şarkinin ikinci bölümünü çıkartırcasına hit olan birinci şarkinin tiraj nimetlerinden faydalanmaya çalışmaktır. Ama maalesef cevap eserler pek başarıya ulaşmamıştır bu yüzden denememenizi tavsiye ederim.

ŞARKI SÖZÜNDE AKICILIK
Dilimiz tür olarak eklemeli dillerdendir (Eskimo dilini de eklemeli dile örnek gösterebilirim) dolayısıyla 8 ya da 10 heceden oluşan kelimelerimiz vardır dilde zor söylenir, bilirsiniz. Şunu belirtmek istiyorum ki 5 heceden daha uzun kelimeleri lütfen şarkı sözünün içine koymaya kalkmayın söz akıcılığını kaybediyor, beste zorlaşıyor. Diğer bir mevzuuysa ti, ta gibi ekleri çok zorunlu değilse kelimeye eklemeyin mesela HİSTE kelimesine bir bakin HİS+TE oradaki te eki dile nasıl takılıyor ve bestekarın isinize zorlaştırıyor. Yani kelime ekleri biraz baş ağrısı yaratıyor akıcılık ve beste açısından.

İYİ BİR SLOGAN NASIL OLUR?
Bu kişilerin değer yargısına göre değişir, benim hoşuma giden bir slogan başkasının hoşuna gitmeyebilir. Ama genel olarak dikkat edilmesi gereken sudur ki; hiç kullanılmamış bir ifade olsun, vurucu olsun. Bunu nerden anlarız? Öncelikle kendi eserlerinize karşı acımasız bir eleştirmen olmalısınız yazdığınız ifade öncelikle sizin tüylerinizi diken diken etmiyor etkilemiyorsa “vay be ne yazmışım helal bana” demiyorsanız inanın bir başkası hiç demeyecek ve etkilenmeyecektir. O eser önce ilk sizin kalbinizi titretmeli ki başkasının karsısında şansı olsun.

HIRSIZLIK NASIL OLUR?
Şiirlerinizi tasdik ettirmenin çok büyük faydası olduğuna inanmıyorum ben çünkü profesyonel anlamda hırsızlık şiirin tamamını değil genellikle en can alıcı en güzel yerinin çalınmasıyla oluyor ki bu durumda tasdikli olsa sizin şiiriniz ne yazar!!Bu bir slogan olabilir ya da bir cümle ya da bir kıta ve yahut şiirdeki konunun kendisi olabilir. Sizin ne kadar kötü yazdığınızın önemi yok, konu çok güzeldir konuyu yakalamışsınızdır ama amatör bir kalem olarak işleyemediğiniz için o şiirin konusunu alırlar kendileri yazarlar. Birde bakarsınız ayni konuda ama şiir olarak farklı bir şarkı var piyasada bir sure sonra. Şimdi soruyorum hakkinizi nasıl arayacaksınız? Hangi merci vardır ki bu konunun çalıntı olduğuna karar versin, bunun olcusu nedir? Kaç satırı çalıntı olursa hırsızlık olur!!İşte arkadaşlar bu yüzdendir ki Internet' te dahil olmak üzere medyadaki açılmış olan bu tür yarışmalara itibar etmeyin (MESAM resmi sitesindeki yarışmalar hariç). Jürinin profesyonel olması işin daha büyük boyutlu bir tehlikesidir. Elinizdeki esere inanıyor ve değerlendirmek istiyorsanız, bire bir bestekarla yüz yüze görüşmeyi tercih edin.Kaliteli sözler yazmanız temennisiyle…

Yazan: Cengiz ATABAY

25 Ocak 2008 Cuma

23 Ocak 2008 Çarşamba

CENGİZ ATABAY' DAN ŞARKI SÖZÜ YAZMA TEKNİĞİ VE ŞİİR ARASINDAKİ FARKLILIKLAR


Amatör olarak şiirle ilgilenen ve şarkı sözü yazmaya çalışan arkadaşları biraz olsun bilgilendirmek gayesiyle hazırlanan bir sayfadır umarım faydalı olur.


Yıllar yıllar evvel İstanbul Unkapanı plakçılar çarşısında zaman zaman şiir defterini koltuğunun altına koymuş liseli gençler görürdüm. Plak şirketlerine gelip "şiir yazıyorum bir bakar mısınız?" diye bestekarlara o kocaman kalın yapraklı defteri uzatırlardı. Benim gözüme takılanlar arasında hiç başarıya ulaşanını görmedim desem yalan olmaz sayın arkadaşlar. Zira o gencecik pırıl pırıl yürekler içinde yüzlerce irili ufaklı şiir olan defterlerini uzatmakla hata yapıyorlardı ve bu hatayla bu işi bilmediklerini daha ilk dakika da sergilemiş oluyorlardı.


Neydi bu hata? Birincisi; hiç bir bestekar oraya zaman ayırıpda yüzlerce şiiri okumaz, çok büyük zaman kaybıdır. Bu yüzden iki türlü yöntemleri vardır; ya o defterden tesadüf sayfalar açıp önlerine gelen rasgele bir kaç şiiri okuyup sizi yargılayacaklar (ki bu durumda eğer şanslı değilseniz en güvendiğiniz en güçlü şiiriniz tesadüf etmeyecektir bestekara) ya da daha en baştan defteri elinizden almayıp size dönerler ve bu şiirleriniz içinde en güvendiğiniz en güzel şiirinizi bana gösterin derler. İşte bu noktada bir imtihan konmuştur önünüze, çünkü maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmek misali bu işi ne kadar biliyorsunuz ve ne kadar şiirden anlıyorsunuz bunu tespit etmektir amaç.


Çok güvenip de önüne açmış olduğunuz bir kaç şiir eğer ki tatmin edici kalitede değilse hele hele şarkı sözü normlarına hiç uymuyorsa defteri kapar elinize verirler. Kısacası iki şiir de sizin ne olduğunuz ortaya çıkar defterin hepsini okumaya gerek yoktur, eğer ki en güzeli dediğiniz şiir oysa zaten gerisini neden okuyacaktır, yok eğer belki bestekarın beğeneceği bir şiiriniz o defterin içinde olmakla beraber siz en iyisi diye yanlış şeyler uzatmış iseniz bu durumda da şiirden ve kaliteden anlamadığınız ve bu işi bilmediğiniz ortaya çıkar.


İkincisi; bazı bestekarlar sizden bu defterdeki şiirlerin hepsinin okunmasının şu an imkansız olduğunu ama eğer defteri verirseniz evde bakabileceğini söyler ki bu son derece risklidir esasen. İnanın ki bu piyasada sözlerinizi çalan hırsız bestekarlar da maalesef mevcuttur. Alır giderler sonra o şahıstan defteri geri aldığınızda ya size hiç bir kayda değer şiir bulamadığını üzülerek belirtir ya da içinden 1 yada 2 şiiri aldığını çalışacağını söyler ki sizi sevindirir. Yıllarca bekleseniz inanın bir sonuç çıkmayacaktır, çıksa da haberiniz olmayacak sözleriniz değiştirilerek kullanılacak ve sizin bunu ispat edebileceğiniz bir yetkili merci bulma sansınız ise zaten yoktur, çünkü hırsızlık profesyonel şekilde yapılır.


O halde yapılması gereken nedir?

En güvendiğiniz o iki şiiri bir dosya kağıdına yazıp sadece onları göstermek ve anında netice almaktır sonuçtan.
Ayrıca birde su ilginç ve ustaca soruyla da karşılaşmanız %70 ihtimaldir. Öyle bir sürü şiiri okumaktan kaçınmak için kısa ve kestirme bir yoldur bu işi ne kadar bildiğinizi anlamaya yarar. Defteri uzatırsın o da size su soruyu sorar;


Sen şarkı sözüyle şiir arasındaki farkı biliyor musun?


Eğer biliyorsanız oturup konferans verecek haliniz yok, diyeceğiniz şudur; ben size bir şiirimden sadece bir dörtlük okuyayım bilip bilmediğime siz karar verin. Bir dörtlüğü okumanız sadece 15 saniyenizi alır ve bestekar bu isi ne kadar bildiğinizi o dörtlükten anlayacaktır ya size güle güle diyecek yada ilgilenmeye başlayacaktır.


Peki nedir bu şiirle şarkı sözü arasındaki farklar?


Bu konuyu iki ana baslık altında anlatmak istiyorum;

A) Teknik farklarB) Üslup farkı


A) TEKNİK FARKLARAslında sizinde tamamen bildiğiniz halk şiiri hece ölçüsü tekniği kullanılır. Bu ölçüler içerisinde de en yaygın olanları ve tutulanları 7, 8 ve 11 lik olan ölçülerdir. Bununla kalmayıp tabii ki bir redif ve kafiye düzeni de sağlamak zorundasınız tıpkı halk şiirlerindeki gibi. 11 hece ölçüsü, kendi arasında 6+5 = 11 olarak ikiye bölünür çok kısa bir örnek verelim sayın Ali TEKÜNTÜRE' nin eski meşhur bir şarkısından;


Allah’ım bu çile (6) biter mi böyle (5)=11 ilk satır
Sevgilim elimden (6) gittikten sonra(5)=11 ikinci satır
Tövbe etti gönül (6) aşka, sevgiye (5)=11 üçüncü satır
Bir değil bin seven (6) versen ne fayda(5)=11 dördüncü satır


11 li hece ölçüsü gözlerinizin önünde tabi sadece ilk dörtlük değil 3 adet dörtlüğün tamamı bu şekilde olacak buradan da şunu anlamış oluyoruz demek ki 11 li ölçü ile yazarken en az 3 kıta yazacağız ve her bir kıta 4 satır olacak. (3 kıtadan fazla yazarsanız da zararı olmaz bestekar en güzel kıtalardan seçip yapıp 3 kıtasını alacaktır ona bir kolaylık, alternatif sunmuş olursunuz)8 li hece ölçüsü ise kendi arasında 3+5=8 , 5+3=8 yada 4+4=8 sekilinde bölünür bunların içinde en yaygın ve tercih edileni 4+4=8 seklindeki bölünmedir hemen örnek verelim sayın rahmetli Zeki MÜREN’ in okuduğu bir parça sözler Ahmet Selçuk İLKAN


Hayatın ne (4) anlamı var (4)=8
Yanımda sen(4) olmayınca (4)=8
Yaşamanın (4) ne tadı var (4)=8
Yanımda sen(4) olmayınca (4)=8
Aşkın hasret (4) çölüyüm ben (4)=8
Bir gözyaşı (4) gölüyüm ben (4)=8
Yaşayan bir (4) ölüyüm ben (4)=8
Yanımda sen (4) olmayınca(4)=8


8 li hece ölçüsü kullanırken kıta sayısı en az 3 kıta seklinde olup 5 kıtaya kadar çıkmaktadır. Yani siz 5 kıta yazarsanız isi sağlama almış olursunuz.
7 li hece ölçüsü sanırım en kolay olanıdır teknik anlamda çünkü kendi içinde hece ölçüsüne bölünmez toplamda satır 7 hece olsun yeter fakat bazı sanat müziği bestekarları eskiden onu da 4+3=7 şeklinde istemekteydiler kendilerine kolaylık olsun diye. Bir de Sanat müziğinin sözlerdeki disiplinli yapısının da etkisi vardır, fakat bu istisnai bir durumdur. Hemen bir örnek koyalım 7 li heceye bir zamanların Zülfü LİVANELİ ile meşhur olmuş bir parçası;


Odam kireç tutmuyor=7
Kumunu karmayınca =7
Sevdan baştan gitmiyor=7
Sarılıp yatmayınca =7
Odam kireçtir benim=7
Yüzüm güleçtir benim=7
Sarılda gir koynuma=7
Tenim ilaçtır benim=7


Görüleceği üzere sadece toplam yedili olması yetecek satır hece uzunluğunun kendi arasında hepsi 4+3 diye bölünmemiş. 7 liler de kesinlikle 5 kıta yazın en az zira 3 kıta çok kısa kalacaktır hece ölçüsü sayısı az olduğu için...Hece ölçülü şarkı sözleri genel olarak böyle ve bunlar daha çok Türk Sanat Müziği, Arabesk, Fantezi, ve Türkülerimizde yaygındır. Pop müziği ile özgün müzikte ise yine bu hece ölçüleri kabul görmekle beraber serbest, ölçüsüz bir yazım tekniğinin de kullanıldığını görürsünüz. Her ne kadar ölçü olmasa da her bir satırın uzunluğunun bir diğerine yakın düşmesi mantıklıdır. Müziğin metronum yapısından dolayı ve tabi bir kafiyelendirme yine söz konusu olacaktır bu konu için bazı pop müziği şarkıcılarımızın kasetlerindeki sözleri açıp incelemenizi tavsiye ederim. Ben buraya bir örnek koyayım sözler Anuş BAKIŞ.


Bu yol korkaklar için değildir=10
Bu sulardan her babayiğit içemez=12
Bu köprüden benim diyen gidemez=11
İyi oldu gelmediğin=8
Yumuşak bir yürek gerek=8
Sevgi kadar derin gözler=8
İnançlı bir bilek gerek=8
İyi oldu gelmediğin=8
Sen okyanus mavisi kadar uzaksın=12
Açılmadan yaşar gidersin korkaksın=12
Benim için herkes gibi, her yerdeki insansın=15
İyi oldu gelmediğin=8
Görüldüğü gibi bir düzen yok ama kafiye var slogan var...


B) ÜSLUP FARKI


Şarkı sözlerinde, karşınızdakiyle konuşur gibi yazmak açık, yalın ve lirik bir anlatım kullanmak zorundasınız. Mümkün olduğunca basit ve anlaşılır olacak ifadeleriniz ama bir o kadarda vurucu sıcak ifade ve sloganlar içerecek. Şarkı sözünde altın bir kural söyleyeyim sizlere öyle basit yazacaksınız ki her okuyan bunu bende yazardım desin ama kimsenin de aklına gelmesin. İşte vuruculuğun, güçlü sözlerin sırrı burada yatar. Yine unutmayın ki şarkı sözünde zor olan basiti yakalamaktır. Yani kapalı anlatımlardan kaçının ifade açık ve net olsun.Şiir felsefe ile yakından ilişkilidir, teşbih ve mecaz gibi ifadeleri yakından ve yoğun olarak içinde barındırır gramer ve cümle yapıları önemlidir ki şarkı sözünde böyle bir yoğunluğa girmek mutlak gerekli değildir, dediğim gibi basitlik esastır ama öyle bir eser yazdıysanız şiirsel değeri olan bir şarkı sözü yaratmış olursunuz. Bu tür ünlü şairlerden alınan bestelenmiş değerli şiirler çoktur. En güzel örnekte sanırım Ümit Yasar OĞUZCAN' ın ve Atilla İLHAN' ın bestelenmiş şiirleridir.Beylik ifade ve konulardan uzak durmaya çalışın. Nedir bu beylik? Yani çokça kullanılmış konular ve ifadelerdir. Örneğin “Sen gittin gideli her gün ağlıyorum, göz yaşlarım dinmiyor” gibi belki milyonlarca kez kullanılmış ifade şekillerinin hiç bir çekici yani olamaz.Her kelimeyi sadece bir kez kullanmaya ve ikinci kez ayni kelimeyi şarkı sözünün içine koymamaya özen gösterin ya da bir kelimenin fiil çekimini yapar gibi bir sürü çekim şeklini içine koymayın alternatif arayın, gerekirse eş anlamlı başka kelimeler kullanın.Slogan mutlak gereklidir, slogansız şarki sözü olmazsa olmazlardandır. Bu sadece bir cümle (ki çoğunlukla böyle) ya da bir kıtanın kendisidir (orta kıta, meyan kıtası) gerisi genelde doldur boşalt orta kalitede satırlardır şarkiyi slogan sürükler. En güzel örnek “seni sevmeyen ölsün” denen o çok eski arabesk parçayı bilirsiniz çoğunuz bu sloganı dün gibi hatırlar bilir. Aa ben bu şarkiyi hatırlıyorum der ama sözlerini tam olarak mırıldanamaz, zira şarkiyi dile düşüren slogandır gerisine dinleyicinin pek dikkat ettiği bile yoktur ki bu yüzden akla bile gelmez geri kalan sözleri. Demek ki ne yapacağız? Güçlü bir slogana dayandıracağız konuyu.Sözleri yazdınız tamam oldu bitti demeyin üzerinde sonradan düzeltme yapacağınız çok şey bulacaksınızdır tamam olduğuna inansanız bile o gün o kağıdı bir kenara koyun ve bir kaç gün sonra sözleri adeta unuttuktan sonra tekrar elinize alıp bakin mutlaka o zaman ilk anda göremediğiniz bir hata gözünüze çarpacaktır.Gelelim hece ölçülü çalışmanın kafiye düzenine bunlar genelde şöyledir; 1 - A B A B, C C C B, D D D B 2 - A A A B, C C C B, D D D B 3 - A B C B, D D D B, E E E BDikkat edin sadece ilk dörtlükteki düzen de 3 farklı şekil olabiliyor gerisi ayni.Diğer bir konu ise, şiirde kelime seçme hürriyetiniz olduğu halde şarkı sözünde kullandığınız kelimelerin melodik olma zorunluluğu olduğu için her kelime müziğe girmeyeceğinden (bestelenemeyeceğinden) dolayı bu kelimeleri kullanmayacaksınız nedir bu kelimeler derseniz kısacası, dilinize takılan akıcı olmayan kelimeler diyeceğim. Örneğin BEND, TAZI, VAHA gibi yada bazı dilde zor dönen eski Türkçe kelimelerin dilde söylerken nasıl akıcılıktan uzak melodik olmadığını tespit edip uygun kelimeler seçmeye özen gösterin.Son olarak bazı genel fikir ve görüşlerimi yazmak istiyorum sorulabilecek sorulara cevap teşkil etmesi acısından. Her şarkı sözü yazarı şair değildir zira şarkı sözü yazmak şair olmak gibi büyük bir meziyet gerektirmez, bunlar tamamen piyasa işi şiirciklerdir.Her şiirden şarkı sözü olmaz çünkü çok ağır ve kapalı kalır onu ifade edebilecek bir müzik kolay bir olay değildir. Her ünlü olmuş tutmuş bir şarkı sözü mutlaka kaliteli demek değildir ya da tutmamış bir şarkinin sözü mutlaka kötü demek değildir.Sözün kalitesini şarkinin tutup tutmamasına göre değerlendirmeyin bunun içinde çokça farklı faktörler rol oynar. 7, 8 ve 11 li hece ölçülerinin dışında şarkı sözünde kullanılan 7+5=12 ya da 7+6=13 ya da 7+7=14 gibi çok çok fazla yaygın olmayan (12 li hariç) geniş müziklere hitap eden uzun hece ölçüleri de elbette vardır, karşınıza çıkarsa şaşırmayın.Bir de şunu belirteyim 3 kıta ya da 5 kıta yazmış olduğunuz 7, 8 yada 11 li ölçülerin her satırda bazen tamamen tutmadığını görürsünüz. Başka sözleri okurken mesela satırın biri 11 li de 6+5 = 11 değil de 7+4=11 seklinde aksayarak bölünmüştür bu çok büyük mesele değildir eğer ki söz yazarı çok güzel bir cümle bulmuş ama bir türlü 6+5 e uygun düşmüyor cümleyi harcamakta istememiş ve o şekilde aksayan bir hece meydana gelmiştir eğer ki bestekar bunu öylece kabul eder böyle de bestelerim derse sorun yoktur ki mutlaka öyle olmuştur yeter ki bunlar minimumda kalsın arkadaşlar.Aslında yazılacak daha çok şey var ama kafanızı çok fazla bilgiyle yükleyip karıştırmanın ve işi iyice zorlaştırmanın doğru olmadığına inanıyorum, zira o zaman çabuk pes edersiniz zorluklar ve aşırı püf noktalar karsısında şimdilik bu temel noktaları dikkate alarak başlayın sonrasında profesyonelleştikçe olaya kendiniz hakim olacaksınız ve bakacaksınız ki şarkı sözünde de kalemden kaleme fark var. Örneğin mizahsal anlatım tekniği denen bir şey var bunun da en iyi temsilcilerinden biri Türkiye de sayın Cemal SAFİ’ dir. Biz buna konulu anlatım tekniği de diyoruz. Ha demek ki konusuz şarkı sözleri de var diyeceksiniz kesinlikle öyledir. Aslında bu piyasa tabiridir, baksanız hala konu vardır ama dişe dokunur bir konu yoktur, beyliktir. Kullanılmamış sözler ve konular bulmak her baba yiğidin harcı değildir.Hepinize bol şanslar.


Cengiz ATABAY

22 Ocak 2008 Salı

Aşk olsun Rauf YEKTA bey :)

Aşk olsun Rauf YEKTA : ) evet aşk olsun ya…sınav sorularından biri TM ile ilgili ilk bilimsel makaleyi kim yazmıştır? Rauf YEKTA mı? Saadettin AREL mi? derken…kalemim AREL ‘ de karar kıldı…Tabi cvp.yanlış..:(
ve benimle aynı hataya düşmüş çevre tm’ cilere Vural hocadan küçük bir fırça .. “ aman hocanız duymasın bu soruyu yanlış yaptığınızı “ tabi bir yandan da bizim uflayıp puflamalarımıza güldü bıyık altından : )

Ama Itri ve İbni Sina yarı yolda bırakmadı bizi: ) E…Gülden’ in tedbir planı işe yaradı galiba : ) Biraz rotarlı da olsa Gülden sınava yetişti ve ben , Gülden ve Ayşe abla üçlüsü bir Müziğe Giriş , bir Sanat Müziği, bir notlarımız derken karıştırmaya başladık..Allah ‘ ım ne çok isim var diye düşünürken Gülden “ ya bu müzik tarihinde amma Dede ve Derviş var ..Üç ihlas bi Elham okusak belki faydaları dokunur “ demezmi…Gayrı ihtiyari sınav stresi üzeri bir gülmedir aldı bizi :) sonra benim neyim eksik dedim ve ne olur ne olmaz deyip bende okudum bir taraftan : )

Sınav beklediğimiz kadar zor değildi..Güzel geçti yani : ) Ama çokta farzmış gibi “ “ çok zor değildi” deyince hocamızdan cevabı almamız çokta gecikmedi..” yıl sonu sınavınız daha zor olucak “ diye : ( Tabi “ söz gümüşse , sükut altındır “ sözü birden daha anlamlı gelmeye başladı bu cevaptan sonra : (

Eveeett...madem Rauf Yekta ‘ yı bu şekilde andım. TM ne büyük katkıları bulunan bu bestekarımız ve müzik bilimcimizi hayatı ve yaptıklarıyla anmadan geçmeyelim ; )



Râuf Yektâ Bey (1871-1935)

Rauf Yekta Bey 27 Mart 1871'de İstanbul'un Aksaray semtinde doğdu. Babası Ahmed Ârif Bey, kaptanıderya Ağa Hüseyin Paşa'nın torunu Hüseyin Hüsnü Bey'in soyundan gelir. Annesi İkbal hanım'ın sülâlesi ise Damad İbrahim Paşa'ya kadar uzanır.
İlk öğrenimine Simkeşhâne okulunda başladı;sonra Mahmudiye Rüştiye'sine devam etti. Burayı birincilikle bitirdikten sonra "Yüksek Lisan Mektebi" ne kaydoldu. Bu dört yıllık okuldan üstün bir başarı ile ve çok iyi Fransızca öğrenerek mezun oldu. Bir yandan da özel dersler alarak Arapça ve Farsça'ya çalışıyor, "Tasavvuf" u inceliyordu. Çok genç yaşından itibaren bu konularda derin bilgiler elde etmişti. Diger yandan ses fizigine merak ederek yakın akrabası ve o dönemin ünlü matematikçisi Salih Zeki Bey'den fizik ve matematik öğrenerek mûsıkînin bilimsel yönüne ilk adımını atmış oldu.
Durup dinlenmeden çalışıyor, her konuda bilgi toplayarak kültürünü zenginleştiriyordu. Boş zamanlarında hattat Nasuhî Efendi'den "Divanî" türü yazı yazmasını öğrendi. Asıl adı Mehmed Rauf iken, hocası "İcazet"ini alırken "Yekta" mahlasını eklemişti.
1888'de yani onyedi yaşinda Kulekapisi Mevlevihânesi şeyhi Ataullah Efendi'ye intisab etti. Bu arada şeyhinin teşviki ile eski Arapça bir edvâr kitabını inceleyerek bilimsel çalışmalara başladı. Haftada birgün de, Perşembe günleri , Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi Celâleddin Efendi'nin derslerine devam ediyordu. Bir gün Celâleddin Efendi'ye, Ataullah Efendi ile inceledikleri eserden ve bunun mahiyetinden söz etmişti. Bunun üzerine Celâleddin Efendi incelemekte olduğu başka bir kitabı gösterdi. Böylece birbirinden habersiz olarak inceleme yapan bu iki din adamının çalışmalarının birleştirilmesine Rauf Yekta Bey neden olmuştu. Bundan sonra üçlü bir araştırma yoluyla bu gibi eserler tozlu raflardan indirilerek nazariyat çalışmalarında ilk adımlar atılmış oldu. Diğer yandan İstanbul kütüphanelerini dolaşır, eski yazma eserleri tesbit eder, sahaflar çarşısında değerli yazma eserleri toplar, Avrupa'da yayınlanmış kitap ve dergileri getirterek yorulmak bilmez bir gayretle tetkik ederdi
Memuriyete ilk girişi 1883 yilina rastlar, Divan-i Humayűn Hariciye Kalemi mümeyyizliği'ne devam ederken babası öldü. Memuriyet hayatını aynı yerde tamamlayarak Divan-ı Humayûn Beğlikçi Kalemi'nden 1922 yılında emekli oldu. Bundan sonra çalışmalarını bütünü ile mûsıkîmizin araştırılmasına yöneltti. Darülelhan'ın kurucuları arasına girdi;öğrenime açılışından itibaren "Türk Mûsıkîsi Nazariyatı ve tarihi" okuttu. Bu görevi Darülelhan'da Türk Mûsıkîsi'nin yasaklanma tarihi olan 1927 yılına kadar sürdü. Daha sonra bu öğretim kurumunda "Tertip ve Tasnif Heyeti"ne başkanlık etti.
Rauf Yekta Bey, "Tertip ve Tasnif heyeti" başkani iken 8 Ocak 1935 tarihinde, altmişbeş yaşinda Beylerbeyi'ndeki evinde vefat ederek Nakkaşbaba Mezarlığında toprağa verildi. Abdülbaki Gölpınarlı'nın onun ölümü üzerine söylediği tarih şiiri şudur:

Nây kırılsın, Tanbur âh ü efgun eylesin
Hazret-i Yekta Rauf'u aldı agûşa ebed
Bâkiyâ geldi dü çeşmimdem sirişk-i firkat
Kutb-i nâyi Ney gibi hâmuş oldu elmeded

Zeliha Hanım 'la evlenen Rauf yekta Bey'in iki oğlu ile iki kızı dünyaya gelmiştir. Bestekâr ve neyzen Yavuz Yektay ise torunudur.
Sözlü mûsıkîde hocası Zekâi Dede ile Bolahenk Nuri Bey'dir. Tanbur çalmasını Celâleddin Dede Efendi'den öğrendi. Ney derslerini Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi ile Aziz Dede'den ögrenen Rauf Yekta Bey, büyü k bir neyzen olarak başinda sikke ile Yenikapi Mevlevihânesi'nde "Mutrib"e çıkarak âyin idare ederdi. Mesud Cemil onun Ney icrasındaki ustalığına değinerek tavrının Hakkı ve Hilmi dedelere benzediğini belirttikten sonra "Gerçek Ney tavrının son temsilcisiydi" der " diyor.
Yurtiçi ve yurt dışında ünü yaygın, "Müzikolog" sıfatını hakkiyle elde Etmiş bir kimseydi. Yine Mesud Cemil'e göre "içinde bulundugumuz yüzyilin başindan beri eski Edvâr kitaplarinin, skolastik műsikî görüşlerinin dişinda modern anlayişla muhafazakâr duyguyu bagdaştirarak Türk Mûsıkîsi'nin ilmi izah ve tahlillerini ilk yapan adamdı".
Çok erken yaşlarda başlayan okuma aşki, kitap ve araştirma meraki, kendisini nadide eserleri toplamağa itmişti. Bunun sonucu olarak çok değerli ve kaliteli eserleri ihtiva eden bir kütüphâne meydana getirdi. Mûsıkî sanatımıza ışık tutacak olan pek çok eser, bu kütüphânede bugün de önemini korumakta ve kendine uzanacak elleri beklemektedir. Bunların arasında özellikle otuz kadar yazma eserin çok önemli olduğu biliniyor.
Paris Konservatuvarı mûsıkî profesörlerinden Albert Lavignac'ın yönetiminde bir kurul tarafından yazılan ünlü"Encyclopedie de la Musique" İn beşinci cildine, bir yıl boyunca inceleme yaparak yüz elli sayfalık "Türk Mûsıkîsi" bölümünü yazmıştır ki, bu yazı mûsıkî tarihimizin batılı anlamda ilk bilimsel araştırmasıdır. Fransızca yazılan bu inceleme o zamanlar büyük bir hayranlıkla karşılanmış ve yayın kurulu üyelerinden Maurice Rolat, Rauf Yekta Bey'e şu satirlari yazmiştir:
"Műsıkî ile ilişkili olan bütün batılılar arasında gerçek bir keşif mahiyetini taşıyacak olan Türk Mûsıkîsi meselelerinden bu kadar ustaca (Majistral) bahsettiğinizden dolayı, ansiklopedi kurulu derin teşekkür ve kutlamalarını size iletilmesine beni görevlendirmiştir. "
Türkçeyi çok ustaca, yaşadigi dönemin anlayişi geregi bütün incelikleriyle kullanan bir yazardi. Gazete ve dergilere yazi yazmaga çok erken yillarda, on yedi yaşinda iken başladi. Eski dergi ve gazete kolleksiyonlari kariştirilacak olursa Şehbal, Yeni Mecmua, Hâle, Nota, Ikdam, v. b. yerli yayin organlarindan başka Revue Musicale, Monde Musicale gibi yabanci dergilerde sayisiz inceleme ve araştirma yazilari yayinlanmiştir. O da eski sanat anlayişinin bir savunucusu olarak, Tanburi Cemil Bey'in Tanbur icrasinda yaptigi yeniligi kabul edememiş, Ikdam gazetesinde birkaç eleştiri yazisi yayinlamişti. Bundan sonra bu iki sanatkâr arasında zaman zaman kırıcı olacak kadar ileri giden tartışmalar olmuştur. Bununla birlikte Cemil Bey'in sanatini çok takdir etmiş, onun ölümünden sonra "Tasvir-i Efkâr" gazetesinde kiymetbilir yazilar yazmişti.
Mesud Cemil, Cemil Bey'in Bayâti-Araban taksimini dinlerken ağladığını hatıralarında anlatır.
Rauf yekta Bey 1894 yılının temmuz ayında bir görevle Halep'e gitti.
Yukarıda adı geçen ansiklopediye yazılan yazı yüzünden, başta Ziya Gökalp ve M. Fuad Köprülü olmak üzere ağır hücumlara uğradı. Oysa Halk Mûsıkîmizle ilgili araştırmalar yapmak prensibi zaten konservatuvarın programında vardı.
1920'lerden sonra gündeme gelen halk mûsıkîsi ve folklor araştırmaları bağlı olarak konu 1925'te ele alınmış, 1926 yılından itibaren Anadolu'da geniş bir folklor araştirmasi yapilmiş, bin kadar halk műsikîsi parçasi notaya alinmiş, iki ciltlik bir eser halinde yayınlanmıştı. 1926 yılında Güneydoğu Anadolu ile Orta Anadolu'nun bir kısmını kapsayan araştırma grubuna katılarak bazı illerimizi dolaşan Rauf Yekta Bey'in bu kitabın önsözünde çok güzel bir inceleme yazısı vardır. O günlerin folklor anlayışını, Türk Halk Mûsıkîsi ile ilgili olarak yapılan çalışmaları ve yayınlanan yazıları bilimsel bir görüşle ve eleştirileriyle birlikte anlatmaya çalişmiştir.
8 Mart 1932'de Kahire'de düzenlenen műsıkî kongresine Mesud Cemil ile birlikte katıldı. Kongrede yabancı delegelerle birinci planda yer almış, ortaya atılan müzikoloji sorunlarının kolayca üstesinden gelmiştir. Bu toplantıdaki izlenimleri Mesud Cemil şöyle özetliyor: ". . . Türk Mûsıkîsi'nin ses sisteminin mahiyetini, en büyükleri dahil, bir türlü kavrayamayan müsteşriklere ve hepimize yirmi dörtlü tabii sistemi fizik ve matematik esaslariyla ilk ögreten odur. Ondan sonra gelenler sadece ilerletmişlerdir. "
Rauf Yekta Bey, bestekâr, sazende, müzikolog ve öğretmen olarak mûsıkîmizi sağlam temellere oturtmak, temelindeki matematiksel ve fiziksel dayanakları bulmak, bunları sanatseverlerin ve mûsıkîmizle uğraşanların Yararlanmasına sunmak, mûsıkîmizin yaygınlık kazanmasına çalışmak için bir insan ömrüne sığmayacak kadar çalışmış ve bildiğini yazmaktan usanmamıştır.
Darülelhan ve daha sonra İstanbul Belediye Konservatuvarı'nın yayınladığı her eserde ve her satırda onun göz nuru vardır. Gerek resmi görevi dolayısıyla, gerek özel derslerle pek çok gencin yetişmesinde etken olmuştur. O dönemde de, daha sonra da műsıkîmiz hakkında görüş ileri süren yazar ve düşünürlerimiz günün modasına uyarak sık sık görüş ve fikir değiştirdikleri halde fikir ve görüşlerinden asla taviz vermeyen, inandığı fikri sonuna kadar tek başına savunan adamdır.
Türk Mûsıkîsi'ne yapılan saldırıların en yoğun olduğu bu yıllarda bunları efendice, bilgince göğüslemiştir. Mûsıkî tarihimizde bu özellikte olan pek az insan vardır.
Sözün kısası Rauf Yekta Bey, önder bir müzikoloğumuz olarak adından her zaman söz ettirecek büyük bir insandır. Onun sanat anlayışını ve ileri görüşlülüğünü Mesud Cemil şöyle özetlemiş:
"Sanat anlayışında ve umumiyetle dünya görüşünde bir taraftan eskiye o kadar bağlı olan Rauf Yekta Bey, daha sonraları ileri hamlelere ve yeni gelişmelere
son derece taraftar ve müsamahalı bir ruh haletine geçmişti. "
Dinî ve dindışı olmak üzere sağlam, geleneklere ve kurallara bağlı, elli kadar mûsıkî eseri vardır. Özellikle saz mûsıkîmize zarif eserler hediye etmiştir.
Rauf Yekta Bey műsıkî eserlerinden çok mûsıkîmizle ilgili araştirmalari ve yaptigi yayinlarla önemlidir. "Şark Műsıkîsi Tarihi" adında bir denemesi, bitirilmemiş bir "Türk Mûsıkîsi Nazariyatı" kitabı vardır. "Esatiz-i Elhan" serisinden ancak Meragalı Abdülkadir, Dede Efendi ile Zekâi Dede'yi yayınlayabilmiş, ne yazık ki malî nedenlerle devam edememiştir. Daha pek çok incelemesinin müsvettelerinin kütüphanesinde beklediği biliniyor.
Mûsıkî eserlerinin en önemlileri: Yegâh makamında bir Mevlevî Âyini, beş peşrev, iki dinî eser, üç saz semaisi, beş beste, bir sengin semai, iki agir semai, bir Kâr, beş şarki, beş marş.
Műsıkîmize büyük hizmetleri geçmiş bu degerli insani saygiyla ve rahmetle anıyoruz. . . .
Hazırlayan: Tahir AYDOĞDU


18 Ocak 2008 Cuma

SEMİNERLERDEN KÜÇÜK NOTLAR...(Sınavda çıkabilir;)

MÜZİKTE KULLANDIĞIMIZ SESLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ


Yaşantımız boyunca pek çok ses duyarız. Bu sesleri insanlar, hayvanlar, çalgılar, makineler çıkarır. Ses, cisimlerin titreşmesinden oluşur. Sesin oluştuğu cisme, SES KAYNAĞI denir. Ses kaynağından çıktıktan sonra havaya yayılır ve kulağımıza kadar gelir. Kulağımıza gelen ses, iç kulaktaki sinirler yoluyla beyne iletilir ve işitme meydana gelir.


MÜZİKTE KULLANDIĞIMIZ SESLER

SÜRE : UZUNLUK VE KISALIK
YÜKSEKLİK : İNCELİK VE KALINLIK
GÜRLÜK : HAFİFLİK VE KUVVETLİLİK
TINI : BİR SESİ DİĞER SESTEN AYIRAN ÖZELLİK

1 / SÜRE :UZUNLUK , KISALIK

• Sesin zaman içerisindeki uzunluk, kısalık durumuna süre denir. Şarkı söylerken bazı sesleri uzun, bazılarını da kısa sürede söyleriz.
• Örneğin, telefonun meşgul sesi uzun, saatin tik tak sesleri ise kısa sürelidir


2 – YÜKSEKLİK :İNCELİK KALINLIK

• Konuşurken ve şarkı söylerken sesleri hep aynı incelikte veya kalınlıkta çıkarmayız. Bazen sesimizi inceltir, bazen kalınlaştırırız.
• Örn: Annemizin sesi mi daha kalın, babamızın sesi mi ?
• İşte, sesin incelik kalınlık özelliğine sesin yüksekliği denir.

3 / GÜRLÜK :HAFİFLİK KUVVETLİLİK-

• Sesin hafiflik ve kuvvetlilik durumuna gürlük denir.
• Örneğin, uzaktaki birini çağırmamız gerektiğinde sesimiz gür çıkar. Başkasının duymasını istemediğiniz sözü söylerken (Fısıltı gibi), sesiniz hafif çıkar
• Müzikte de sesin bu özelliğinden faydalanırız. Sözgelimi bir marş okurken kuvvetli gürlükte söyleriz, ama bir anne çocuğuna ninni okurken hafif gürlükte söyler.


• BAĞIRMAK, ŞARKI SÖYLEMEK DEĞİLDİR !!!

4 / TINI :BİR SESİ DİĞER SESTEN AYIRAN ÖZELLİK

• Duyduğumuz seslerin hepsi aynı değildir. Bu sesleri çıkaran varlıklar da (İnsanlar, hayvanlar, çalgılar) farklıdır. İşte seslerin bu farklılığının sebebi sesi çıkaran varlıktan, cisimden kaynaklanır.
• Sesin bu farklılığına sesin TINI’sı diyoruz.
• Örneğin tanıdığımız kişilerin yüzlerini görmesek de onu sesinin tınısından tanıyoruz.

HADİ CEVAPLAYALIM…


• Bir küçük oyun oynayalım mı?

• Sınıfta bir öğrenci tahtaya kalkar. Yüzünü tahtaya döner. Öğretmen oturan öğrencilerden birinin yanına gider. Ona “Hadi bakalım tahtadaki arkadaşına merhaba! de” der. Tahtadaki öğrenci sesinin tınısından merhaba diyenin kim olduğunu bulmaya çalışır.

* * * * * * * *
* Sesin kalın ya da ince oluşu titreşen nesnenin frekansına (saniyedeki titreşim sayısına) bağlıdır.Frekans arttıkça ses incelir, azaldıkça ses kalınlaşır.

*Sesin gürlüğü ise o titreşimin genişliğine bağlıdır.Titreşimin şiddeti arttıkça sesin gürlüğüde artar. Titreşimin şiddeti azaldıkça sesin gürlüğüde azalır.

*Çalgılar saniyede 440 titreşimli bir sese göre akort edilir.

*Bir sesin en iyi yankılanma süresi 1 ile 2,5 sn.dir. Ses emici panolarla ses azaltılıp ya da çoğaltılabilir.

*Notanın işlevi

1- Sesin yükseklik
2- Sesin uzunluk , kısalık sürelerini gösterir.

Nota sözcüğü müziksel bağlamında 3 ayrı anlam içerebilir

1- Bir tek ses 2- Bir müziksel sesin yazılışı 3- (seyrek olarak) Piyanodaki ya da başka bir çalgıdaki tuş.

Notaların yazılışı

3.çizgiden aşağı yazılan notaların sapları yukarıya doğru
3.çizgiden yukarı yazılan notaların sapları aşağı doğru
3.çizgi üstünde yazılan notaların sapları her iki tarafa da çekilebilir

İçinde sözlerinde yer aldığı bir şarkının notaları yazılırken genellikle her heceye ait notayı ötekilerden ayrı ( sapları birleştirmeden) yazılır.

* Zamanlar arası simetrinin kaldırılmasıyla oluşan yani asimetrik vurgu düzeni ile kurulan ölçülere “aksak ölçüler” denir.
Heterefoni, (Yun.): Yakınlık ve uygunluk bulunmayan seslerin üst üste gelişi.

Entenasyon: Akort tutturma (Ayrıntı Müziğe giriş kitabında :D )

17 Ocak 2008 Perşembe

20.01.2008 İSMEK İHTİSAS SINIFLARI DÖNEM SINAVI


İSMEK İHTİSAS SINIFLARI DÖNEM SINAVI

Batı – Türk Müziği – Halk Müziği

Tarih : 20.01.2008

Sınav saati : 11.00

Yer : Fındıkzade / İSMEK


* * *

26.01.2008-27.01.2008 Tarihleri arasındaki dersler yapılacaktır.

DÖNEM TATİLİ

28.01.2008 – 10.02.2008

15 Ocak 2008 Salı

Sobelenmişim :)

Evet Sevgili BETÜL tarafından sobelenmişim:) O güzel cevaplarından dolayı kırmızı kurdela almış ..bakalım biz sınıfı geçebilecekmiyiz ;)

Konu; "sen ......olsan, ne olmak isterdin"

1-Yemek olsam, ne yemeği olurdum?

Portakalı, vişnesi ve çileği çok meyvalı bir pasta:)

2-Müzik aleti olsam, ne olurdum?

Tabi ki keman;)

3-Araba olsam, ne olurdum?

Hımm…hep bir yerlere yetişmeye çalışan biri olarak trafikte yaşayacağım sorunları azaltacağına inandığım 4*4 bir jip fena olmazdı doğrusu ;) Ehliyeti aldığım zamanlarda kursta ilk bir doğan kullanmıştım ve soranlara ya doğan ya jip başka araba tanımam demem arkadaşlar arasında mizah konusu olmuştu :)

4-Aylardan hangisi olurdum?

Mevsimlerden bahar ve sonbaharı sevdiğim için bir türlü ayırım yapamadım. O yüzden Nisan ve Eylül diyorum. (Bir de ne zaman EYLÜL olsa Mehmet Rauf ‘ un “ EYLÜL” adlı hüzünlü romanı gelir aklıma)

5-Ayakkabı olsan?

Sanırım benden bir ayakkabı olsa çok giyilmezdi :) :) :) Çünkü yüzsüz olduğum söylenemez .

6-Kıyafet olsam, ne olurdum?

Bunu hiç düşünmedim ama ne olursam alayım portakal rengi bir şeyler olurdum herhalde. ( Annemin bana ördüğü ve 1 km öteden burdayım diyen porti renkli hırkam gibi mesela:)

7-Renk olsam, ne olurdum?

Biraz portakal biraz pembe ..eee bir renkle ömür geçmez dimi ama ;)

8-Hayvan olsam mı ? Bu soruları ilk kim hazırlamış ?

Düşünebilmenin, akıl sahibi olmanın güzelliğini hiç bir şeye değişemeyeceğim için bu soruya cevap veremiycem ama hayvanları çok severim .

9-Şu an okuduğum kitabın 187. sayfasında neler var ?

Şu an elimde katıldığım Sufizm seminerinden sonra aldığım Muhyiddin Şekur’ un “ Su üstüne yazı yazmak “ adlı kitabı var…Malesef yoğunluktan dolayı henüz bitiremedim.Şu anda kitap yanımda olmadığı için 187.sayfasında ne var söyleyemiycem ama bunun yerine konusu hk.küçük bir açıklama yapıcam;)

Su Üstüne Yazı Yazmak

Muhyiddin Şekur İNSAN YAYINLARI Bu kitap, yazarının Süfilik yolunda yaşadığı serüvenini akıcı fakat derinlikli bir anlatımıdır. Yazar bu serüveninin, bir müslüman olarak Süfilikle ilk karşılaşmasından başlatıp, Şeyhinin rehberliğinde geçirdiği uzun yıllardan sonra eriştiği dervişliğe ve ötesine kadar götürüyor. Muhyiddin Şekur sık sık heyecan verici bir tona ulaşan ve hemen her yerinde Süfi geleneğin hikmetinin yankılandığı eğlenceli bir üslupla sizi de içine çeken bir serüveni .

Evet..umarım cevaplarım yeterli olmuştur..Vee bende arkadaşım byHaktan’ ı sobeliyorum :)

14 Ocak 2008 Pazartesi

MÜZİK VE FİZİK

Bilim adamlarının, özellikle de fizikçilerin müzikle aralarının iyi olduğu bilinen bir gerçektir. Hatta, bazıları gerçekten iyi birer müzisyendir. Ne var ki, okulda, müzik ya da fizik dersIerinde, ikisinin arasındaki ilişkiden hemen hemen hiç söz edilmez. ''Müzik bir sanattır. Fizikle ne ilgisi olabilir'' denilebilir. Evet, müzisyen olmak için belki fizik bilgisine sahip olmak gerekmiyor. Ancak, müzik yapmamıza olanak tanıyan ses ve onu üreten çalgıların çalışma biçimi çok basit fizik bilgisiyle anlaşılabilir.

Sesi en yalın biçimiyle, ''işitme duyularımızla algılayabildiğimiz dalga hareketi'' olarak tanımlayabiliriz. Ses dalgaları, enerjinin bir tür yayılma biçimidir. Sesin kaynağıysa, kulaımızın algılayabileceği hızda titreşen herhangi bir cisim olabilir. Bir yaylı çalgının teli ya da bir hoparlörün diyaframı, ses kaynaklarına verilebilecek örneklerdir.

Kaynağı ne olursa olsun, ses dalgalar biçiminde yayılır. Bir gitarın sesini, onun tellerinin titreşiminin yaydığı enerjinin ses dalgalarıyla kulağımıza ulaşması sayesinde duyarız. Gitarın teli hangi frekansta titreşiyorsa, havayı da o frekansta titreştirir. Şimdi, tireşen bir gitar telini yavaş çekimde izlediğimizi düşünelim. Tele vurduğumuzda, ileri-geri gidip gelmeye başlayacaktır. İşte tel, bu gidiş-gelişleri sırasında havayı itip çeker. Titreşen tel enerjisini yavaş yavaş havaya aktarır ve havada periyodik bir basınç değişikliğine yol açar. Basınçtaki bu değişim, havada ilerler ve dalgalar halinde her yöne dağılır.

Ses dalgalarının nasıl ilerlediğini daha iyi anlatabilmek için, ünlü domino taşları gösterisi iyi bir örnektir. Bu gösteri için, domino taşları, biri devrildiğinde ötekini devirecek biçimde dik olarak birbiri ardına dizilir. Dizinin başındaki taşı arkasındakine dogru devirdigimizde, taşlar birbirini devirir. Taşları doğru dizdiysek en son taşa kadar hepsi devrilir. Bu gösteride, baştaki taşa verdiğimiz enerji, aradaki taşlar tarafından en son taşa iletilmiş oldu. Sesin havada ilerleyiş biçimi de bunun gibidir. Sesin kaynağı olan titreşen cisim, yakınındaki hava molekülünü titreştirir. Titreşen her hava molekülü bir ileridekini titreştirir. Böylece titreşim her yöne yayılır. Eger bu ses bizim algılayabilecegimiz frekanstaysa ve yeterince güçlüyse, kulağımıza ulaştıktan sonra kulak zarımızın en yakınındaki moleküller titreştiğinde, kulak zarımızı da titreştirir. Bu titreşim sinirler yoluyla beynimize iletilir ve böylece sesi algılamış, yani duymuş oluruz.

Peki, hava olmasa ne olurdu? Yine domino taşlarımıza dönelim. Sadece baştaki ve sondaki domino taşı yerinde kalsın bu sefer. Aradaki taşları kaldıralım. Baştaki domino taşını devirdiğimizde, sondakinin de devrilmesini bekleyebilir miyiz? Bekleyemeyiz. Bu düşünce deneyi, ses dalgalarının neden boşlukta ilerleyemeyeceği konusunda bizi aydınlatıyor. Ses dalgaları boşlukta ilerleyemez; çünkü, titreşimi iletecek herhangi bir madde yok arada.

Biz genellikle hava yoluyla kulagımıza ulaşan sesleri algılayabiliriz. Ancak, ses dalgaları sadece havada degil, başka ortamlarda da ilerleyebilir. Katılar ve sıvılar da ses dalgalarını iletir. Üstelik, yogunlukları havanınkinden fazla oldugundan, sesi hem daha iyi iletirler hem de daha hızlı. Bunu kolayca deneyebiliriz. Sert bir cismi bir masaya vurdugu muzda bir ses duyarız. Deneyi bir de kulagınızı masaya dayayarak yaparsak sesin daha yüksek geldigini hissederiz. Bu, sesin katı ortamlarda daha iyi iletildiginin bir göstergesidir.

Eski bir müzik aleti yapımcısı Sir Charles Wheatstone, ses dalgalarının katı ortamlarda havaya göre çok daha iyi iletildigini göstermek için güzel bir deney yapar. Wheatstone, deneyi yaptıgı binanın bodrum katına yerleştirdigi arpları, iki kat yukarıdaki salonda bulunan arplara tahta sütunlarla birleştirir. Müzisyenler bodrum kattaki arpları çaldıgında, iki kat yukarıda bulunan dinleyiciler o kattaki ''kimsenin çalmadıgı'' arpların sesini duyarlar. Bodrum katta çalınan arpların titreşimleri tahta sütunlardan birinci kattaki arplara iletilir. Bu arplar titreşirler ve sesleri salonda duyulur. Buna karşılık, ikisi arasında yer alan zemin kattakiler hiç müzik sesi duymazlar. Gramofonun bile icad edilmedigi dönemde yapılan bu gösteride salonda bulunanların hali nasıldı acaba?

Sesi Müzik Yapan

Doğal olarak her ses müzik değildir. Peki, müzik nedir? Bunu anlatabilmek için, çok basit fakat müzik olmadığı hemen herkesçe onaylanabilecek bir sesle başlayalım. Herhangi bir istasyona ayarlı olmayan bir radyodan Çıkan sesi düşünelim. Fizikçiler, buna ''beyaz gürültü'' derler. Beyaz gürültüye verebileceğimiz bir başka örnekse alkıştır. Büyük bir salonda bulunan kalabalık bir grup ellerini rastgele çırparsa, el şaklamalarını tek tek ayırmak olası değildir. Alkışı düzgün, sürekli bir ses olarak algılarız.

Beyaz gürültüyü zaman içinde hiç değişim göstermeyen, ''sonsuza değin süren'' bir gürültü olarak tanımlayabiliriz. Ancak, bu gürültü zaman içerinde bir miktar değişim gösterirse dinleyiciye anlamlı gelmeye başlayabilir. Örneğin bu sesin üzerine biraz martı sesi ekleyelim. Şimdi bu ses bize gürültü gibi mi geliyor yoksa kumsala vuran dalgaların sesi gibi mi? Sesi pek değiştirmeden dinleyiciye anlamlı gelebilecek bir biçime soktuk. Bu durumda müziği "Dinleyiciyi etkileyen, ona anlamlı gelen sesler" olarak tanımlayabilir miyiz?

Sesin havadaki titresimler yoluyla iletildiğine değinmiştik. Kulağımız belli aralıktaki frekanslerı işitebilir. Bu saniyede yaklaşık 20 ile 20000 titreşim aralığıdır. Frekans saniyedeki titreşim sayısıdır ve birimi (Hz) Hertz'dir. (Hertz, 19. yüzyılda radyo dalgalarının nasıl oluştuğunu keşfeden bilim adamının adıdır.) Bazı canlılar daha geniş bir frekans aralığını algılayabilir. Bu, köpeklerde 50 ile 45000 Hz, kedilerde 45 ile 85000 Hz aralığındadır. Yarasalar 120000 Hz'e yunuslarsa 200000 Hz'e kadar olan sesleri algılayabilirler.

Düşük titreşimli sesleri kalın (bas), yüksek titreşimli sesleriyse ince (tiz) algılarız. Sesin kalınlıgına (ya da inceligine) ''perde" denir. Yüksek frekanslı sesler yüksek perdeli, düşük frekanslı sesler düşük perdeli seslerdir. Müzik konusunda iyi egitilmiş kişiler, frekansı sadece 2 Hz farklı iki perdeyi bile birbirinden ayırabilirler.

Müzik, genellikle rastgele seslerden degil, belli frekanslardaki seslerin kullanımıyla yapılır. Bunlar, notalardır. Bir telli çalgının çalışma prensibini anlayarak, notaların nasıl ortaya çıktıgını keşfedebiliriz. Evimizdeki herhangi bir telli çalgıyı bunun için kullanabiliriz. Eger telli bir çalgımız yoksa, kendimize basit bir tane yapabiliriz. Bir parça tahta ve esnek bir tel (bir gitar teli ya da misina olabilir) kullanarak çalgıyı yapabiliriz. Yaklaşık yarım metre uzunlugundaki tahtanın iki ucuna çiviyle tutturarak gerecegimiz telin altına, tahtanın iki ucuna yakın yere, birer destek koymalıyız ki tel tahtadan biraz uzaklaşsın ve serbestçe titreşebilsin. Destek olarak bir kalem kalınlıgında iki tahta parçası kullanabiliriz.

Çalgımızın teline, telin herhangi bir yerine parmagımızı bastırmadan vurdugumuzda çıkan sese armonik denir. Bu, aynı zamanda, tek telli çalgımızın çıkarabilecegi en kalın sestir. Buna ''çalgının temel frekansı''da denir. Çalgımızın temel frekansının 264 Hz oldugunu varsayalım. Bu frekans, bir piyanonun dördüncü oktavındaki "Do" notasının frekansıdır (Buna kısaca Do4 diyelim). Telin rastgele seçecegimiz yerlerine parmagımızla bastırıp, tele vurarak degişik frekansta sesler elde edebiliriz.
Bu seslerin çogu bize anlamsız gelir. Ancak, parmagımızı telin tam ortasına basarak tele vurursak, kulagımıza daha anlamlı gelen bir ses duyarız. Bu, telin ikinci armoniğidir.

Bu ses, bir oktav yukarıdaki Do notasıdır (Do5) ve frekansı telin temel frekansının iki katıdır; yani 528 Hz'dir. Şimdi, telin yarı uzunluğunu tekrar ikiye bölelim; telin 1/4'üne basalım. Telin kısa tarafına vuralım. Duyacağımız ses yine Do (Do6) notasıdır, ama bu kez frekans dört katına çıktı. Yani, bir oktav daha inceldi.

Böylece, ''oktav'' kavramı kendiliğinden tanımlanmış oldu. Bir notanın bir oktav yukarısı, onun frekansının iki katı hızlı titreşen ses anlamına geliyor. Burada görebileceğimiz gibi, oktavlar arası çok basit matematiksel bir ilişki var. Beynimiz bir şekilde, bu matematiksel ilişkiyi algılayabiliyor ve aralarında matematiksel bir ilişki bulunan sesler bize uyumlu geliyor. Aslında, telin tam ortasına göz kararı basmak zordur Bunu, çıkan sesi dinleyerek yaparsak telin tam ortasını bulabiliriz. Müzik kulağı iyi olan biri telin tam ortasını çok hassas olarak bulabilir. Kulağımızın, gözümüze göre çok daha duyarlı bir ölçüm aleti olduğunu söylersek pek de yanılmayız. Oktav, bir telin en basit biçimde bölünmesiyle elde edildiğine göre, değişik notalar oluştururken kuşkusuz ona da temel olacak. Bir oktav aralıklı iki Do sesi arasınd nasıl bir sayısal ilişki varsa öteki notalar arasında da benzer bir ilişki var. Eğer bir oktavı rastgele değil de belirli oranlarda bölecek olursak farklı notalar elde ederiz. Değişik kültürler, tarihte oktavı değişik oranlarda bölerek notaları elde etmişler. Batı kültüründe, bir oktav 7'ye bölünürken, başka kültürlerde farklı oranlarda ve miktarda bölünmüş. Çin'de bir oktav 5 ' e, Arabistan ' da 17'ye, Hindistan'daysa 22'ye bölünmüş.

Günümüzde batı müziğinde genel olarak kullanılan sistem, oktavın 7'ye bölünmesiyle elde edilen 7 notalı sistemdir. Notalar arasında da matematiksel bir ilişki vardır. Şimdi, bu ilişkinin nasıl ortaya çıktığına bakalım. Oktavdan sonraki en önemli aralık ''beşli''dir. Bunun için tel üçe bölünür ve 2/3 oranındaki uzun bölümü titreştirilir. Beşli denmesinin nedeni, başlangıç boyundaki telle, boyu onun 2/3'ü oranındaki telin verdiği seslerin arasında beş notanın bulunmasıdır. Bu aralık, bir tenor ile bas ya da soprano ile alto arasındaki farktır. Bazı iki sesle söylenen şarkılarda şarkıcılar sesleri arasında bir beşli farkla söylerler.

Bir başka aralıksa, dörtlü olarak adlandırılır ve teli 3/4 oranında bölerek elde edilen sesle orjinal ses arasındadır. Tüm bu notalarla elde edilen sesler, kulağa çok uyumlu gelir Bu nedenle, çoğu geleneksel müzikte bu uyum gözlenebilir.

Telimizin temel frekansını 1 kabul edersek, ikinci armoniğin frekansı 2 olur (telin tam ortasına basa rak elde ettiğimiz ses). Bu durumda yukarıda sözünü ettiğimiz bölünmeleri, ondalık sayılar biçiminde yazabiliriz. Bu durumda: 1 (1/1), 1,33: (4/3), 1,5 (3/2) ve 2 (2/1) sayılarını el de ederiz. Do4'ün frekansının 264 olduğunu biliyoruz. Bu frekansı 4/3'le çarptığımızda, Fa4'ün frekans olan 352'yi; 3/2'yle çarptığımızd Sol4'ün frekansı olan 396'yı elde ederiz. 2'yle çarptığımızda zaten bi oktav yukarıdaki Do5'in frekansın bulacağımızı biliyoruz. Bu dört notadan oluşan nota takımının, Orpheus'un çalgısı Lir'in akordu olduğu söylenir.

Bugün kullanılan 7 notalı sisteme göre sayısal bölünmeyi sürdürürsek, yedi notaya karşılık gelen frekans oranları şöyle olur: Do (1), Re (1,125), Mi (1,250), Fa (1,333), Sol (1,500), La (1,667), Si (1,875) Do4'ün frekansını 264 olarak bildiği mize göre, 264'ü bu sayılarla çarparsak, öteki notaların frekansını elde edebiliriz. Buna göre, Re4 297 , Mi4 330, Fa4 352, Sol4 396, La4 440, Si 496, Do5 528 olmaktadır.

Görüldüğü üzere, ses ve müzik fizik ve matematikle yakından ilişkilidir. Sesin nasıl oluştuğunu, yayıldığını; notaların nasıl oluşturulduğunu, aralarında nasıl bir ilişki olduğunu çok basit fizik ve matematik bilgisiyle anlayabiliyoruz.

Alp Akoğlu
Kaynaklar:
Taylor, C., Exploring Music, Instıtute of Physics Publishing, 1994Johnston, I., Measured Tones, Instıtute of Physics Publishing, 1994

10 Ocak 2008 Perşembe

EVLERİNİN ÖNÜ BOYALI DİREK

Birkaç gündür radyoda , bir zamanlar İbrahim Tatlıses’ in okuduğu ama benim hafızamda daha çok başrollerini Şener ŞEN ve Uğur YÜCEL’ in paylaştığı “MUHSİN BEY” filminde köyden şehire sanatçı olmak için gelen Ali NAZİK’ in( Uğur YÜCEL) elinde çatalla söylediği “ evlerinin önü boyalı direk” diye süregelen türkü çalıp duruyor. Ama biraz farklı bir versiyonla. Peki bu versiyon orjinalinden daha mı iyi diye sorarsanız ne iyi ne de kötü diyebilirm.Sanırım bunun için aklımdan ilk geçen cevap “ ilginç “ geldiğidir. Flamenko tarzıyla okunan bu versiyonu ilginçe ve bir o kadarda hareketli bulmama rağmen : ) Yeni şeylere karşı önyargılı gibi gözükmeyi göze alarak benim hafızamda kalan şeklinin bir başka olduğunu söylemeden geçemiycem.

Ama henüz dinlemediyseniz kendi kararınızı kendiniz verin diye bu gün okuduğum haberi sizlerle de paylaşmak istedim ;)





Yıllardır dinlediğiniz türküyü, hiç böyle duydunuz mu? Yeni bir yorum kattılar...
Yılların ‘Evlerinin önü boyalı direk’ türküsünü, hiç ‘ole ole!’ sesleri eşliğinde dinlemiş miydiniz? Müzisyen ikiz kardeşler Öykü ile Berk’in, Youtube’a sadece yakınları için koydukları videoyu tüm dünyadan iki milyon kişi izledi. Türk ezgileri, flamenko tınılarıyla buluştu, ortaya ‘Kısmet’ çıktı.
Onların müzik tutkusu aileden geliyor. Evde flamenko sesleriyle büyüdüler. Öykü Gürman, konservatuvar mezunu. Berk Gürman, İspanya’da aldığı flamenko eğitiminin ardından, Türkiye’ye dönüp ses mühendisliği okudu. Hem Neşet Ertaş dinliyorlar hem Ceza hem de Kibariye...

İŞTE ŞÖHRETİ GETİREN ŞARKI




İşte iki kardeşin Tempo dergisine anlattıkları:


Şöhret, Youtube’a koyduğunuz videoyla geldi. Peki ya öncesi?

Öykü: Albümümüz için 1.5 yıldır profesyonel anlamda çalışıyoruz. Daha da eskisi var, çocuk yaştan beri flamenko dinliyoruz. Video, albüm kayıtlarına başlamış olduğumuz bir dönemde çekildi. “Biri bizi keşfetsin” diye koymadık, zaten albüme başlamıştık. Yakın çevremiz, ne yaptığımız hakkında fikir sahibi olsun diye böyle bir şey yapalım istedik.


Berk:: “Bu kadar hüzünlü bir türkü, nasıl bu kadar eğlenceli hale getirilebilir?” diyenler oldu. Ama aslında flamenkonun felsefesi bu. Hayat zaten çok hüzünlü bir şey. Onu daha zor hale getirmek yerine, hayattan keyif almak gerekiyor.


Çıkış parçası olarak, ‘Evlerinin önü boyalı direk’ nasıl seçildi?

Ö.: Biz bu albümü, flamenkoyu anlatmak için yaptık. İnsanların yabancı olduğu bir şarkıyla giriş yapmak istemedik. Aranjesi flamenko oldu, parça başka bir yere gitti ama bestecisi de çok memnun kaldı.

B.: Yeni bir şey yaparken, eskiyle de bağı koparmamak gerekiyor. Benim jenerasyonum, kendi geçmişiyle bağını koparmış ve geçmişinden utanıyor. İngilizce müzik dinliyoruz ama bunu yaparken kendimizden bu kadar ödün vermemeliyiz.

Hakkınızda herkes bir şeyler söylüyor. Takip edebiliyor musunuz?

B.: Yorumları okuyup dikkate alıyoruz. Ama insanlar biraz önyargılı. Eleştiri yaparken biraz düşünmelerini istiyoruz; çünkü biz aklımızı, kalbimizi, birikimimizi koyduk ortaya.T.: Popülariteyi ciddiye alıyor musunuz?

Ö.: Bizim için önemli olan kalıcılık. Ne oldum delisi de olmayız, ne olduğumuzu biliyoruz.

ÖZELLİKLE MÜZİK BÖLÜMÜNE HAZIRLANANLAR İÇİN...

Merhaba,

Nette bir şey araştırırken karşıma çıkan ve özellikle müzik bölümüne girecekler için faydalı olduğuna inandığım bir paylaşımı bende olduğu gibi aktarıyorum. Kolay gelsin:)

*****
TEK SES
İKİ SES
ÜÇ SES
DÖRT SES
EZGİ
RİTM ÇALIŞMALARINIZ İÇİN MİDİLER HEPSİ BU LİNKTE
TEŞEKKÜRLERİNİZİ BEKLERİM.... ERCAN ÖZTÜRK
******
bende ben ve faydalananlar adına burdan teşekkür ederim :)

9 Ocak 2008 Çarşamba

Akarsu’dan çalıntı parça YouTube’da



Akarsu’dan çalıntı parça YouTube’da


Nelly Furtado’nun “Wait For You” adlı parçasının Muhlis Akarsu’nun seslendirdiği “Allah Allah Desem Gelsem” türküsünden çalındığı YouTube’daki yer alan bir video sayesinde anlaşıldı.

İSTANBUL - Portekiz asıllı Kanadalı şarkıcı Nelly Furtado’nun 2006’da piyasaya sürdüğü “Loose” albümündeki “Wait For You” adlı parçası çalıntı çıktı. Parça, Türk halk müziği sanatçısı Muhlis Akarsu’nun seslendirdiği “Allah Allah Desem Gelsem” adlı anonim bir türküden alındığı anlaşıldı. Olay Furtado’nun parçasıyla, Akarsu’nun türküsü, arka arkaya kaydedilerek YouTube’da yayınlanmasıyla ortaya çıktı.

8 milyon satan “Loose” albümündeki “Wait For You” adlı parçada Akarsu’nun ismi yer almadığı gibi anonim bir türküden alındığı da belirtilmedi. Akarsu’nun “Ya Dost Ya Dost” adlı albümünde yer alan sözleri Pir Sultan Abdal’a ait olan türkü için, Akarsu’nun albümünü piyasaya süren Kalan Müzik devreye girdi. Şirket durumu Amerikan Telif Hakları Ajansı’na bildirdiklerini, ajansa yetki verdiklerini ve Furtado’nun müzik şirketine dava açacaklarını açıkladı.300 DOLAR ÖDEMEMEK İÇİN MİLYON DOLARLAR...Hürriyet’ten İhsan Yılmaz’ın haberine göre, olayı Kalan Müzik’e Amerikan Telif Hakları Ajansı bildirdi. Avukat Danirel Rubin imzasıyla gelen mektupta, parçanın isimsiz yayınlandığı belirtildi. Kalan Müzik yetkilileri parçanın melodisiyle, Akarsu’nun bağlamayla icra ettiği melodinin aynı olduğunu gördüler. Ajans çalıntı olayını uzman bir kuruluşa da onaylatarak işlemlere başladı. Kalan Müzik’in yaklaşık 300 dolar telif hakkı olan türkü için şimdi milyonlarda dolar alabilecek.Amerikan Telif Hakları Ajansı’nın da olayı video paylaşım sitesi YouTube’dan öğrendikleri ortaya çıktı. YouTube’da yer alan videoyu izlemek için tıklayın:

16.01.2008 İSMEK İHTİSAS SINIFLARI DÖNEM TOPLANTISI


16.01.2008 İSMEK ihtisas sınıfları

DÖNEM TOPLANTISI


seminer saati : 18:30
seminer yeri : Fındıkzade / İSMEK

İSTANBUL ve KONSERLER

Konser: Nardis Jazz Club ProgramYer: Nardis Jazz ClubTarihler: 07.01.2008~12.01.2008

Konser: Saltanat İstanbul SalıCaz Günleri Yer: Salsanat İstanbulTarihler: 08.01.2008~15.01.2008

Konser: Roll ve Bant Sunar: Eyvallah 2007 Yer: BabylonTarihler: 09.01.2008~09.01.2008

Konser: Serdar ÖztopYer: BalansTarihler: 09.01.2008~09.01.2008
Konser: Zekai Tunca Yer: İş Sanat Kültür MerkeziTarihler: 09.01.2008~09.01.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Caddebostan Kültür MerkeziTarihler: 09.01.2008~09.01.2008

Konser: İhtiyaç MolasıYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 09.01.2008~09.01.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 10.01.2008~10.01.2008

Konser: AslıYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 10.01.2008~10.01.2008

Konser: Johnnie Walker Black Label Gilt’te Caz severleri müzik ziyafetine davet ediyorYer: Gilt BarTarihler: 10.01.2008~27.02.2008

Konser: Ayhan Sicimoğlu & Latin All StarsYer: BabylonTarihler: 10.01.2008~10.01.2008

Konser: Keep Discovering Jazz with Emirates – Zeliha Sunal & Betül DemirYer: GhettoTarihler: 10.01.2008~10.01.2008

Konser: NorrdaYer: BalansTarihler: 10.01.2008~10.01.2008


Konser: Gitarcafe`de Müziğe Dokunun!Yer: GitarcafeTarihler: 10.01.2008~27.01.2008

Konser: MirkelamYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 11.01.2008~25.01.2008

Konser: Levent Yüksel akustik projesiYer: GhettoTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: Swayzak Live featuring CassyYer: BabylonTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: HelldoradoYer: BalansTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: Neşet Ruacan Trio ile Unplugged Caz GeceleriYer: Mövenpick Hotel İstanbulTarihler: 11.01.2008~26.01.2008

Konser: Balkan Fiesta Vol.2 Yer: Studio LiveTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: Britney ile Dans GecesiYer: Balans ToniqueTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: Laurent Garnier (Nissan Micra presents: Shift_techno)Yer: IndigoTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: Anne Bu Çalan Ne?” Yer: Studio Live TechnikTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: Wan-na Friday Parties / Max GrahamYer: WannaTarihler: 11.01.2008~11.01.2008

Konser: İDSO İstanbul Devlet Senfoni OrkestrasıYer: Atatürk Kültür Merkezi Büyük SalonTarihler: 11.01.2008~29.03.2008

Konser: Fransa`dan Esintiler Yer: İş Sanat Kültür MerkeziTarihler: 12.01.2008~12.01.2008

Konser: Shaman - Sıraselviler Flashback PartyYer: GhettoTarihler: 12.01.2008~12.01.2008

Konser: Burn Presents: Johnny FiascoYer: The Hall İstanbulTarihler: 12.01.2008~12.01.2008

Konser: Donnacha Costello (Ursus Shot Nights)Yer: IndigoTarihler: 12.01.2008~12.01.2008

Konser: Miss Yetti / planningtorockYer: BabylonTarihler: 12.01.2008~12.01.2008

Konser: Anılardaki Opera ve MüzikallerYer: Caddebostan Kültür MerkeziTarihler: 12.01.2008~10.05.2008

Konser: Işın Karaca `Undercover`Yer: BalansTarihler: 12.01.2008~12.01.2008

Konser: Passiflora - Latin Jazz ProjectYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 14.01.2008~14.01.2008

Konser: Nardis Jazz Club ProgramYer: Nardis Jazz ClubTarihler: 14.01.2008~19.01.2008

Konser: Kolektif İstanbulYer: BabylonTarihler: 15.01.2008~15.01.2008

Konser: Stuttgart Oda Orkestrası Yer: İş Sanat Kültür MerkeziTarihler: 15.01.2008~15.01.2008

Konser: Cem AdrianYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 15.01.2008~15.01.2008

Konser: Gökhan BirbenYer: BalansTarihler: 15.01.2008~15.01.2008

Konser: Nana MouskouriYer: BJK Akatlar ArenaTarihler: 15.01.2008~15.01.2008


Konser: YansımalarYer: Cemal Reşit Rey Konser SalonuTarihler: 15.01.2008~15.01.2008

Konser: Taksim TrioYer: BabylonTarihler: 16.01.2008~16.01.2008

Konser: Zeynep CasaliniYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 16.01.2008~16.01.2008

Konser: Buzuki Orhan OsmanYer: GhettoTarihler: 17.01.2008~17.01.2008

Konser: Piyanobaşı! Alper Maral Yalnız Değil!Yer: Tiyatro ZTarihler: 17.01.2008~17.01.2008

Konser: Yeni TürküYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 17.01.2008~17.01.2008

Konser: Naim Dilmener sunar: Kitsch ortaya çıkYer: BabylonTarihler: 17.01.2008~17.01.2008

Konser: İstanbul Resitalleri / Daniel Gortler Yer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 18.01.2008~18.01.2008
Konser: Zuhal Olcay `Beş`Yer: GhettoTarihler: 18.01.2008~18.01.2008

Konser: PinhaniYer: BalansTarihler: 18.01.2008~18.01.2008

Konser: Brasil Week-end: KarinaYer: BabylonTarihler: 18.01.2008~18.01.2008

Konser: Carsberg: Part of the Night / Groove Armada - DJ SetYer: Indigo Music HallTarihler: 18.01.2008~18.01.2008

Konser: TeomanYer: BalansTarihler: 19.01.2008~19.01.2008


Konser: FTS 64 Presents: Gregor TresherYer: Indigo Music HallTarihler: 19.01.2008~19.01.2008
Konser: William Cardoso Cuban ProjectYer: GhettoTarihler: 19.01.2008~19.01.2008

Konser: Brasil Week-end: Forro in the Dark Yer: BabylonTarihler: 19.01.2008~19.01.2008

Konser: Şebnem FerahYer: Bostancı Gösteri Merkezi Tarihler: 19.01.2008~19.01.2008

Konser: Sarp Maden QuartetYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 21.01.2008~21.01.2008
Konser: Curtis Fuller Quintet Yer: İş Sanat Kültür MerkeziTarihler: 22.01.2008~22.01.2008

Konser: Vol 1.2: Türkiye`den Alternatif RockYer: BabylonTarihler: 22.01.2008~22.01.2008

Konser: Demet TuncerYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 22.01.2008~22.01.2008

Konser: SattasYer: BalansTarihler: 23.01.2008~23.01.2008

Konser: Emre Altuğ Yer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 23.01.2008~23.01.2008

Konser: DandadaDanYer: BabylonTarihler: 23.01.2008~23.01.2008

Konser: Gripin Yer: BabylonTarihler: 24.01.2008~24.01.2008

Konser: Aydın Esen GroupYer: GhettoTarihler: 24.01.2008~24.01.2008


Konser: Gayda İstanbulYer: BalansTarihler: 24.01.2008~24.01.2008

Konser: Reig bordYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 24.01.2008~24.01.2008

Konser: ChantageYer: BalansTarihler: 25.01.2008~25.01.2008

Konser: DixonYer: Indigo Music HallTarihler: 25.01.2008~25.01.2008

Konser: Sertab Erener `Essence`Yer: GhettoTarihler: 25.01.2008~25.01.2008

Konser: ShantelYer: BabylonTarihler: 25.01.2008~25.01.2008

Konser: Oldies But Goldies Yer: BabylonTarihler: 26.01.2008~26.01.2008
Konser: Dinamo presents Makossa & MegablastYer: GhettoTarihler: 26.01.2008~26.01.2008

Konser: Bülent Ortaçgil & Pinhani Yer: Bostancı Gösteri Merkezi Tarihler: 26.01.2008~26.01.2008

Konser: Burn Energy Drink Presents: Harvey Dawson (Wonderland Avenue)Yer: Indigo Music HallTarihler: 26.01.2008~26.01.2008

Konser: Nev & GökçeYer: BalansTarihler: 26.01.2008~26.01.2008
Konser: Soluksuz Bach Yer: İş Sanat Kültür MerkeziTarihler: 26.01.2008~26.01.2008

Konser: M.F.ÖYer: Studio LiveTarihler: 26.01.2008~26.01.2008


Konser: Nev - Yeni Türkü Yer: Bostancı Gösteri Merkezi Tarihler: 27.01.2008~27.01.2008

Konser: Tuluğ Tırpan ProjectYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 28.01.2008~28.01.2008

Konser: Bülent Ortaçgil & Pinhani Yer: Bostancı Gösteri MerkeziTarihler: 28.01.2008~28.01.2008

Konser: Ayşe Tütüncü Piyano Perküsyon GrubuYer: Cemal Reşit Rey Konser SalonuTarihler: 28.01.2008~28.01.2008

Konser: Hale CaneroğluYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 29.01.2008~29.01.2008

Konser: Sara Tavares `Lizbon’dan Cabo Verde’ye`Yer: İş Sanat Kültür MerkeziTarihler: 29.01.2008~29.01.2008

Konser: Bulutsuzluk ÖzlemiYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 30.01.2008~30.01.2008

Konser: Milkshake RnB PartyYer: BabylonTarihler: 30.01.2008~30.01.2008

Konser: Bluesaint Blues BandYer: GhettoTarihler: 31.01.2008~31.01.2008

Konser: Baba ZulaYer: BabylonTarihler: 31.01.2008~31.01.2008

Konser: Cem Özkan & Dört x DörtYer: BalansTarihler: 31.01.2008~31.01.2008

Konser: Sıfır KmYer: Beyoğlu Hayal KahvesiTarihler: 31.01.2008~31.01.2008

Konser: Kıraç Yer: Bostancı Gösteri Merkezi Tarihler: 02.02.2008~02.02.2008

Konser: 4x4 - Bertuğ Cemil - Cem Özkan - Gece YolcularıYer: Bostancı Gösteri Merkezi Tarihler: 03.02.2008~03.02.2008

Konser: Alan Harris & Kerem Görsev TrioYer: İstanbul Jazz CenterTarihler: 08.02.2008~09.02.2008

Konser: Funda ArarYer: Bostancı Gösteri Merkezi Tarihler: 16.02.2008~16.02.2008

Konser: Rhythm In Palace / Keiko MatsuiYer: Çırağan SarayıTarihler: 20.02.2008~20.02.2008

Konser: Lisa WahlandtYer: JC`s İstanbul Jazz CenterTarihler: 21.02.2008~23.02.2008

Konser: Jan Garbarek Group Yer: Türker İnanoğlu Maslak Show Center Tarihler: 22.02.2008~22.02.2008

Konser: Sertab Erener - Fahir Atakoğlu Yer: Bostancı Gösteri Merkezi Tarihler: 23.02.2008~23.02.2008

Konser: İstanbul Resitalleri / Cristina Ortiz Yer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 25.02.2008~25.02.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 28.02.2008~28.02.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Caddebostan Kültür MerkeziTarihler: 12.03.2008~12.03.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 13.03.2008~13.03.2008

Konser: İstanbul Resitalleri / Peter Jablonski Yer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 20.03.2008~20.03.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Caddebostan Kültür MerkeziTarihler: 02.04.2008~02.04.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 03.04.2008~03.04.2008

Konser: İstanbul Resitalleri / Teo Gheorghiu Yer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 10.04.2008~10.04.2008

Konser: İstanbul Resitalleri / Ingrid FliterYer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 28.05.2008~28.05.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Caddebostan Kültür MerkeziTarihler: 28.05.2008~28.05.2008

Konser: Borusan İstanbul Filarmoni OrkestrasıYer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 29.05.2008~29.05.2008

Konser: İstanbul Resitalleri / Lukas Vondracek Yer: Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi SarayıTarihler: 07.06.2008~07.06.2008